Kategoriler
Uncategorized

Beyaz Kitap

“…Geçmişin kapıları açıldığında, gelecek şekillenir;.. Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır;.. İlaca, ilaç gibi bakmasını bilemedik; ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…”

Her piyon potansiyel vezirdir (HAGEM 2016 ve NETSYN 27.12.2021)

Merhaba

Rahmetli Enstitü Müdürümüz Dr.Kâzım Türkoğlu‘nun bize iki armağanı vardır. Bunların biri Borzemliler Derneğimiz; diğeri de “Beyaz Kitap”tır. Enstitü müdürü olmazdan önce Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Genel Müdürlüğü‘nde “Araştırma Daire Başkanı” iken Kâzım Bey, Enstitü çalışmalarını yapılandıran “Beyaz Kitap”ın oluşturulmasını sağlamıştır. Allah razı olsun; mekanı Cennet olsun.

Derneğimiz web sayfası açıldığından bu yana bir hafta içinde bu üçüncü yazımdır. İlk yazımda Konyalı Mehmet‘in coğrafya sınavını anlatmış ve “Bilmek, yapabilmektir” mesajımı vermiştim. İkinci yazımda “Kırmızı Tulum” başlıklı yazımda Enstitüde kazandığım becerileri özel sektörde “Kırmızı Tulum” ile nasıl eyleme dönüştürdüğümü öykülendirmiş ve “acta non verba / laf değil eylem” deyişiyle aynı mesajımı pekiştirmeye çalışmıştım.

Beyaz Kitap” Enstitüde araştırma çalışmalarını “Proje Disiplini” içinde sınıflandırmıştır. Kapsamlı “A Projeleri” nden TÜBİTAK destekli “T Projeleri” ile daha çok survey çalışmalarını içeren “E Projeleri” yanında Ruhsat İçin İlaç Denemeleri (RİD)” ne kadar projelerin kapsamlarına göre sistemi şekillendirmiştir. “RİD”ler için birkaç söz söylemek istiyorum. Bundan önce bir mesaj verebilmek için iki Enstitü kıyaslaması yapmaya çalışacağım.

İlaç mı; Tohum mu ?

Yıl seksenlerin başları; biri benim enstitüm olan Bornova Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü ve müdürü rahmetli Dr.Coşkun Saydam; diğeri de Ege Zirai Araştırma Enstitüsü ve müdürü rahmetli Dr.Kâşif Temiz (İkisi de genç yaşta kalpten vefat ettiler. Mekanları Cennet olsun). İkisi de aynı yaşlarda ve sanırım sınıf arkadaşlarıydılar. Dr.Temiz daha önce Diyarbakır Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘nde çalışmış ve her ne olduysa Bakanlıkla takışmış ve daha sonra bize karşı çekişmeli bir rekabet davranışına girmiştir (belki de biz öyle algılıyorduk). Şimdi yazacağım görüşe karşı çıkanlar olacaktır; doğaldır. Zirai Mücadele Araştırma Enstitülerinin varlık nedenlerinden biri “ilaç”tır ve itiraf etmeliyim ki biz ilaca, ilaç gibi bakmasını beceremedik. İlacı hep kendimizden uzak tutmaya çalıştık. Bu nedenle “RİD”lerden söz etmek istedim. Halbuki Zirai Araştırma Enstitüleri “Tohum” a “Tohum” gibi bakmasını, ona önem vermesini bildiler ve bunun da ödülünü her zaman aldılar. Yetmişli yıllarda ve seksenli yılların başlarında “Ulusal Buğday Projesi” gibi ortak yürüttüğümüz projler vardı. Bu proje Rockefeller Fonu tarafından destekleniyordu. Ülkenin farklı yerlerine “Tuzak Nörseriler” kurduk. Pas hastalık etmenlerinin “Irk Saptama” çalışmalarına emek verdik. Yaygın ırka göre dayanıklı çeşit geliştirme (ıslah) çalışmalarına katkımız oldu. Ancak projenin tüm yurt dışı olanaklarını Zirai Araştırma Enstitüsü çalışanları kullandı. Bize bu işin sadece hamallığı kaldı. Bu çalışmalar sonunda ülkemizdeki gen kaynakları yurt dışına gitti ve ıslah edilmiş yeni buğday çeşitleri olarak bize satıldı. İşte o çalışmalar sırasında araştırma bulguılarımızı aynı bilimsel etkinlik platformunda sergiledik kimi zaman sertleşen rekabet tavırlarıyla. Öyle ki kurucularından olduğum ve yönetiminde çeşitli görevler aldığım Türkiye Fitopatoloji Derneği (TFD)‘nin düzenlediği Simpozyumlarda iki kurumun araştırıcıları arasındaki çekişme hep dikkat çekici olmuştur. Şimdi bir örnek vereyim.

“Ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…”

TFD nin bir simpozyumunda ben ve Ege Zirai Araştırma Enstitüsünden Dr.Cevdet Dutlu birer bildiri sunuyoruz. Ben Dr.Saydam‘ın, Cevdet bey de Dr.Temiz‘in ekibi olarak sahnedeyiz. Oturum başkanı Prof.Dr.Tayyar Bora. Bildiri sunma sürei 15 dakika ve sonrasındaki 10 dakikada da sorular ve tartışmalar var. Ben “Buğday Pas Hastalıkları ile Ekonomik Düzeyde İlaçlı Savaşım Olanakları” başlıklı bildirimi süresi içinde sundum. Tartışmalarda buğdayda yeşil aksam ilaçlamasının zorlukları ve pratikde yapılamıyacağı benzeri karşı görüşler geldi özellikle Dr.Temiz’in ekibinden. O güne kadar “dithiocarbamate grubu” fungisitlerin bu amaçla resmi kullanma izinleri olmasına rağmen gerçekten de bu grup “kontak/koruyucu fungisitler”in buğdayda pek kullanıldıkları görülmüyordu. Ne var ki “oxycarboxin grubu” sistemik fungisitin “ürün kayıpları/verim analizleri” ile desteklediğim “etki ve ekonomi” verileriyle bunun olanaklı olduğunu göstermeye çalışıyordum. Özel sektöre geçtikten sonra gördüm ki Fransa ve Almanya’da en büyük bitki koruma pazarlarından biri Buğday Yaprak Hastalıkları (Pas, Külleme ve Septorya) na kullanılan fungisitlerin oluşturduğu alt pazarmış. Doksanlı yıllardan sonra bizde de bu pazar hızla gelişti. Tekrar simpozyuma döneyim.

Benden sonra Dr.Dutlu yine Buğday Pas Hastalıkları ile savaşımda “Gen by Gen Teorisi” sunumu ile “Çeşit Dayanıklılığı”nı vurgulamaya çalışıyordu. Sunumunun on beş dakikası dolmak üzereyken oturum başkanı Tayyar bey uyarısını yaptı: “Sayın Dutlu süreniz doldu lütfen sunumunuzu tamamlayınız”. Cevdet bey “Tamam sayın başkan” diyerek devam etti. Tartışmanın beş dakikasını da harcadı; sunumu bitirmedi. Başkan biraz sertçe uyarısını tekrarladı: “Sayın Dutlu lütfen bitiriniz”. Cevdet bey yine tamam diyerek tartışmaya ayrılan on dakikanın tamamını da kullandı. Tayyar bey “Süreniz doldu; artık son cümlenizi söyleyin ve bitirin” dediğinde Cevdet bey oldukça sert bir sesle “Ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…” dedi. Bu sözler gerilen sinirlere ilaç gibi geldi. Aynı mekan ve zamanda bu iki sunumun ana mesajı “İlaç ve Tohum Bütünleşmesi” olması gerekirken ne yazık ki “Ben, senden daha önemliyim” çekişmesine dönüşüyordu. Onlar “zaman, para ve emekle elde ettikleri çeşit dayanıklılığını ilaçla koruma” konusuna önem verselerdi; biz “ilacın etkinliğini çeşit dayanıklılığı ile arttırmayı” kabul etseydik çok daha yararlı sonuçlar elde ederdik. “Bütünleşme (Integration)” yerine “Çatışma (Confrontation)“yı yeğledik. Umarım yıllar sonra “Tohum ile İlaç” doğru buluşmanın yollarını bulmuş ve etkinleştirmiştir.

Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz (S.Jobs)

Enstitü yıllarımda ne zaman “IPM (Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi)” sözcüğü gündeme düşse, çoklukla “Biyolojik Mücadele” ya da “İlaçsız Savaşım” gibi ele alınıyordu. Bu düşünce tarzı ilacı hep ikinci plana indirgiyordu. Bu algı nedeniyle adına “RID” dediğimiz ruhsat amaçlı ilaç denemelerinin “ilacı at, böceği say, etkiyi hesapla, ruhsata değer gör ya da görme, raporunu yaz”. Bu kadar… Ve şu sözleri söyledik biz “RID ler zamanımızı ve kaynaklarımızı tüketiyor; bu nedenle bu denemeleri Başkanlıktaki elemanlar yapsın”. Bunları söyledik ve seksenlerin sonlarına doğru “Ruhsat amaçlı deneme yapma yetkisi ilaç firmalarının uzman teknik elemanlarını verildiğinde” pişmanlıkla tepkiye giriyorduk. Öyle ki “yoğurdum ekşi diyen olur mu ?” demeye başlamıştık. Tam da bu tepkiler altında ilaçcı firmacı olarak doçentlik sınavına girmiştim (1987). Bu konudaki bilim sınavında sorulan bir soruyu daha sonra öykülendiririm.

Şunu görmekte zorlanıyorduk: Hiç bir firma ülkemiz agroekoloijk koşullarında etkisi yetersiz bir ilacı kesinlikle uygulamaya vermez”. Çünkü bunun vereceği zarar firmanın diğer tüm ürünlerine yansır. Firmaların “Stratejik Üçgenleri“nin köşelerinde “Kârlılık / Rekabet Gücü / İtibar” vardır. Hani kimi zaman saraylarda yaşamaya alışmış olanların “İtibardan tasarruf olmaz” sözleri var ya işte onun gerçek durumudur firmalar için ürünlerinin çiftçi koşullarında etkilerini sağlamak. Her neyse “IPM” aslında “İlacı Son Çare” olarak görüp ondan önce diğer tüm önlemleri “Zirai Mücadele Programları“na almak demek. Bu konuda kamu ile özel sektör arasında bir anlayış farkı yok. Sadece “Çiftçinin Algısının”, ilaçlı savaşımın hızlı sonuç vermesi, uygulanmasının kolay olması gibi nedenlerle “İlacın Son Çare” değil “İlk Çare” olmasıdır. Bu nedenle “IPM” e pratik bir anlam, uygulanabilirlik katabilmek önemlidir. Bununla ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum.

Ciba-Geigyli Teknik Danışman olarak yola devam ediyordum. Özel sektörde de çok köklü firmalar global olarak “IPM” kavramına önem vermeye başlamışlardı. Hatta kimileri “ICM (Integrated Crop Protection / Bütünleşik Ürün Yönetimi)” olarak bir adım daha ileri gidiyorlardı. Rahmetli Dr.Saydam ile rahmetli Dr.Temiz‘in ekiplerinin yapamadıklarını yapıyorlardı. Sekiz yıllık olmuştum (Mart 1993). Avrupa Ülkeleri IPM Konferansı“na ülkem adına katılmıştım (Alicante-İspanya). Yirmi ülkeydik. Alfabetik sırayla ülkelerimizdeki IPM çalışmalarını sunuyorduk. Ben “Bağ (Üzüm)” konusunu ele alarak sunum yapmıştım. Sunumuda son slayt olarak adına “Alicante Horozu” koyduğum bir karikatürü göstermiştim. İzleyenlerin sessizliğini, tepkisizliğini görünce şok olmuştum. O andaki belki beş saniye bana yıllar gibi uzun gelmişti. Daha sonra alkışlar ve kutlamalar kariyer yolculuğumu belirleyen köşe taşı oldu Alicante IPM Toplantısı. Daha sonra İsviçre destekli sekiz “FST (Farmer Support Team/Çiftçi Destek Ekibi)” projemin oluşuna kapı açtı Alicante ve ertesi yıl Budapeşte’de yapılan IPM toplantıları. Buna ait yazımı blogumda okuyabilirsiniz (https://www.copcu.com/2016/02/01/yasam-bufesinde-alicante-horozu-2/). Alicante toplantısında “Seven Steps of IPM“i öğrendim. Meraklısına anlatırım.

Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” sözlerinin sahibi olan Apple’ın CEO’su rahmetli (!) S.Jobs’tur. Bunu Stanford Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmada söylemiştir (20.11.2007). Bu konuşmasının adı “aç kal, budala kal“dır. Bay Jobs bununla ne demek istemiştir ? Bu konuşmanın linkini veriyorum. (https://www.dailymotion.com/video/x3j81k).

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu