Kategoriler
Uncategorized

S(İ)TEM

Merhaba

Büyük olasılıklı bu yazım “Borzemliler Web Sayfası”ndan son sesleniştir. Olmayınca, olmuyor. ne kadar zorlasan fayda etmiyor. Derneğimizin blogundaki yazıları “copy/paste” ile alıp bir word dökümanı ve bir excel çizelgesi ile arşivime aktardım.

Birkaç gün önce “alan adı ve barındırma (domain&Hosting)” hizmeti veren kurumdan bir uyarı geldi: “7 gün içinde ödeme yapmazsanız alan adınız açığa çıkacak ve barındırma hizmetimiz sona erecektir”. Bu uyarı her yıl düzenli olarak gelir ve gerekli ödemeler (yaklaşık bin lira) yapılarak süre bir yıllık uzatılırdı. Dört yıldır (2001-2024) bu ödemeleri web sayfamızı yapan ve bize sponsor olan Netdirekt tarafından karşılanıyordu. Bu süre içinde benim 18 yazımla, Dr.P.Önder ve Dr.A.Zümreoğlu’nun birer yazısı dışında ne bir yazı iletildi blogumuz için ne de bir katkı çabası oldu web sayfamızı geliştirmek için. Dediğim gibi olmayınca olmuyor.

Halbuki; o kadar çok deneyim, anı, öykü var ki emeklilerden çalışanlara iletilebilecek mesajlarla yüklü. Örneğin Cezmi Hocam bize “Sandom Projesi” çalışmalarında Üniversite-Özel Sektör bütünleşmesinde “engellerin nasıl aşıldığını” ya da “networking” denilen “iletişim ağı”nın ne kadar önemli olduğunu somut olarak anlatacaktı. Ya da Kemalpaşa’da başlayan, Ödemiş’te yoğunlaşan, Balçova’da sahne alan “Kornişon” yetiştirmede adım adım nasıl ilerlendiğini anlatacak kimbilir ne çok öykü vardı Nafiz hocamda. Bunları düşününce yazımın başlığındaki “STEM vs SİTEM” ağır basıyor aklımın kıvrımlarında.

STEM“in İngilizce “Gövde” demek oluşunun ötesinde modern eğitim kurumlarındaki anlamını da bildiğinize inanmakla birlikte açıklamak istiyorum. Dördüncü torunum birkaç yıl önce Bahçeşehir Koleji’ne giderken (ki bu yıl İtalya-Milano yolcusu) okulun koridorlarında görmüştüm “STEM“i ve açılımının

Science (Bilim)

Technology (Teknoloji)

Engineering (Mühendislik) ve

Mathematics (Matematik) olarak nelere, nasıl, ne kadar önem verdiklerini ortaya koyuyordu. Ve şimdi Milli Eğitimdeki kahredici hamleler ve buna karşılık kış uykusundaki beceriksiz muhalefet… Her neyse şimdi derneğimizin web sayfasını bu kişisel görüşlerimle işgal etmeyeyim. Nasıl olsa benzer ve daha nicelerini www.copcu.com da yazıyorum.

Demem o ki; “STEM” den yoksun kaldı web sayfamız ve SİTEM ile bitiyor olacak bu sosyal medya etkileşimi. Bu durum pek yakında WhatsApp Grubumuzda dernek başkanımızca size duyurulacaktır.

Yazımı önceki blog yazılarından birkaç ana mesajı özetleyerek ve sağlık ve esenlik dileklerimle sonlandırıyorum.

Blogumuzdaki 20 yazıdan birer mesaj ve 1985 yılından iki fotoğraf (Ben, eşim ve rahmetli Meliha Karman; Ben, rahmetli müdürümüz ve derneğimizin kurucusu Dr.Kâzım Türkoğlu ve Araştırma Daire Başkanımız ( Doç.Dr.Uğur Büyükburç > Harran Üniv. profesördü)

Kategoriler
Uncategorized

Ustalık ve Amaç

“…Zaman gelip geçiyor; dur demek kolay değil; Demografinin kader olduğunu istatistikçilerden biliyoruz. Rolling Stone’tan da biliyoruz ki her istediğimizi elde edemeyiz. Bilmediğimiz, bu iki bileği bükülmez prensip, kafa kafaya gelip bir masaya oturup da içki içmeye ve birbirlerini daha iyi anlamaya başladıklarında olacaklardır…; Yaşamak (L1), Sevmek (L2), Öğrenmek (L3) ve Bir iz (miras) bırakmak (L4) için hayat kısa, öyleyse…!

Bornova ZMAEnstitüsü Yönetimi ve Borzemliler Dernek Yönetimi beraberliğinde çay sohbetinde kareler (Moderatör Enstitü Müdürü Dr.T.Turanlı; Açılış konuşmaları; Yeni katılanlar; Performans Başarı Belgeleri; Yeni doktor(ant)lar; Emeklilerin mesajları)

Merhaba

Gerçekleştirdiğimiz bir sosyal etkinlikle ilgili bu yazım için önce Daniel H.Pink’in kitabından bir alıntı yaparak klavyenin tuşlarına basıyorum.  

Bay Pink üç cümlelik paragrafında hem sayılı günlerimiz azalıyor ve hem de ne çok şey içimizde uhde kaldı; nol’cek halimiz ? Na’pmalı ? diye kendini sorguluyor ve bizi de kendimizi sorgulamaya itiyor.

Bay Pink’in kitabının adı: “Drive” ve alt başlıkları olarak da iki soru var ön kapakta:

  1. Nasıl motive oluruz ?
  2. Nasıl motive ederiz ?

Düne kadar “Performans / Verimlilik ve Motivasyon” konularının sadece özel sektörde söz konusu olduğunu düşünürdüm. Enstitümdeki toplantının gündeminde gördüm ki kamuda da performansı değerlendirme uygulaması başlamış. Umarım “hakka/niyet”le devam eder.

Daniel Bey kitabında Motivasyonun M1.0 den M3.0 a evrilmesini bilimsel bulguları öykülendirerek çok güzel anlatıyor. Kitap orijinal baskısından sekiz yıl sonra, Eylül 2017 de Türkçe olarak basılmış ve genç eğitmen arkadaşım sevgili Utku Nefesoğlu da Eylül 2018 de bir not ekleyerek bana hediye olarak vermiş. Hemen okumaya başlamışım ve Ekim 2018 de “görevin verdiği keyif kendi ödülünü yaratmaktır” notumla elimden düşmemiş. Enstitü toplantımızdan üç gün sonra (13.05.2024) Alaçatı’da Kitap Kafe’de tekrar okurken kitabın 168 nci sayfasından esinlenerek şu notları düşmüşüm (ben kitapları yazarak okurum):

“…Bilim, yüksek performansın sırrının biyolojik güdülerimiz (M1.0: Hayatta kalmak) veya ödül-ceza güdümüz (M2.0:Hazza yaklaşmak, acıdan kaçınmak) değil; üçüncü güdümüz (M3.0)yani özümüzde bulunan kendi hayatımızı yönetme (A: Authenticity: Özgünlük), becerilerimizi artırma ve geliştirme (M: Mastery: Ustalık) ve amacı (P:Purpose: Amaç) olan bir hayat sürme arzumuz olduğunu gösteriyor (M3.0: Ben buna “Liderin Haritası:MAP” diyorum)…”

Drive”ın 153 ncü sayfasından kısa bir alıntı ile toplantıya katılan biz emeklilere sesleneyim:

“…Bebek Patlaması Kuşağı (Baby-Boomer) nın” ilk üyeleri 2006 yılında altmış yaşına girerken, ömürlerinin muhasebesini yapmaya başladılar. Özellikle Amerika’da bu kuşaktakiler bu kilometre taşına ulaştıklarında genellikle üç aşamalı tepki veriyorlar:

  1. İlk aşamada şunu soruyorlar: “Ben nasıl oldu da altmışıma girdim ?”Kilometre sayaçları altmışı gösterdiğinde insanlar çoğu zaman şaşkınlık ve tedirginlik yaşıyorlar. Önce altmış yaşın ihtiyar bir yaş olduğunu düşünüyorlar. Hayatta her istediklerine sahip olamayacakları gerçeği ile yüzleşiyorlar.
  2. Sonra ikinci aşama geliyor. Çok uzak olmayan bir geçmişte yaş altmış, iş bitmiş diye bilinirdi. Gelgelelim, yirmi birinci yüzyıldayız ve artık altmış yıl yaşayan biri, epey bir süre daha yaşayacak kadar sağlıklı sayılıyor (MC: Bay Pink’in on beş yıl önce kitabını yazarken vardığı bu yargının toplantıya katılan biz emeklilere bakınca ne kadar doğru olduğunu görüyorum. Örneğin ben seksenin arifesindeyim ve Dr.Turanlı’nın Metin Çakıcı’ya takılırken dile getirdiği gibi Aydın, Pervin ve Çakıcı sekseni aşan sağlıklı yaşamlarıyla Daniel beyin yargısına örnek olarak dikkat çekiyorlar. Allah yollarını sağlık ve esenlik içinde açık ve aydınlık etsin). Özellikle varlıklı ülkelerde altmış yaşını geçtiyseniz seksenlerinizi görme ihtimaliniz kuvvetli. Bunu bilmek insanı rahatlatıyor. Ama bu rahatlama uzun soluklu olmuyor.
  3. Çünkü bu “oh !” çekilir çekilmez insanlar üçüncü aşamaya giriyor. Bir yirmi beş yıl daha yaşayacaklarını idrak ettiklerinde yirmi beş yıl geriye bakıp otuz beşinci yaşlarını hatırlıyorlar (MC: Benim otuz beş yaşım 1980 ve doktoram bitmiş ve artık pek fazla üretken olmadığımı görüyorum. Doktora sonrası çeltik hastalıkları konusunda çalışmalarımı sürdürmek için, üretici şikayetlerini yerinde görmek için Gönen çeltik alanlarına sık seyahat ediyorum. Ödenek sıkıntıları; resmi araç kısıtları nedeniyle otobüsle yola çıkıyorum. Ucuza gelsin diye “Gazanfer Bilge”ye biniyorum. Otelde değil, Tahirova Alman Çiftliği’nde konaklayabilmek için ve şehirden oraya ulaşabilmek için “sempatik ikmal” arıyorum. Bu sıkıntılara beş yıl daha katlanıp kırkına varınca istifa edip özel sektöre geçiyorum). O anda kafalarına sert bir cisimle vurulmuş gibi hissediyorlar. “Vay be; zaman ne kadar da çabuk geçti” diyorlar. “Acaba önümdeki yirmi beş yıl da böyle hızlı mı geçecek ?” diye soruyorlar. “Eğer öyle geçecekse ben ne zaman önemli bir şeyler yapacağım ? Hayatımın en güzel çağını ne zaman yaşayacağım ? Bu dünya için ne zaman bir fark yaratacağım ?”

…ve işte Bay Pink’in bu paragrafındaki son cümle:

“…Demografinin soğuk cephesi ile gerçekleşmemiş rüyaların sıcak cephesi çarpıştığında sonuç, dünyanın daha önce hiç şahitlik etmediği bir amaç fırtınası olabilir.”

Neden Bay Pink’e bu kadar yer verdim ?

Toplantının ve derneğin amaçları içinde öncelikle  “çalışanlarla emeklileri buluşturmak ve bilgi, beceri ve deneyimlerinden “know-how” aktarımı sağlamak söz konusuise de kişisel kanım odur ki bu konuda pek etkili olamadık. Derneğin bir süre önce gerçekleştirdiği bir diğer etkinlik olan Mehlika hanımın sohbetinde enstitünün en çalışkan araştırıcılarından biri olan uzman Mine hanımın şu sitemini unutmuyorum: “Enstitüden yüz metre ötedeyim ve bir kez olsun biyolojik mücadele konusunda tek bir arayış, bir yaklaşım görmedim”. Bay Pink’in M3.0 olarak motivasyonu yapılandırırken üç esastan biri olan “ustalık” için “ustalaşma yolculuklarını etkili kılmak” için bu bağ (networking) güçlendirilmelidir.

Ustalık“tan söz edilmişken, 1987 yılından beri sorumluluk alanımda olmamasına rağmen faydasına ve hatta gerekliliğine gönülden inanarak ve gönüllü olarak severek organize edip gerçekleştirdiğim “SSTC Öğrenme ve Ustalık Yolculuğu”na da yer vermek istiyorum. İlk anda “Satış Becerilerini Geliştirme” amaçlı gibi görünse de esas olarak “Etkili İletişim ve İlişki Yönetimi Becerilerini” yapılandıran beş günlük yolculuğun ana mesajı “kendini sorgulamak ve sahip olduğun değerlerin farkına varıp farkındalığını geliştirmektir“. “SSTC” nin açılımı da “Self Style by Trained Competence” ve Türkçe anlamı da “Eğitilmiş Yetkinlikle Özgün Tarz“dır. Ve içe bakıştır. Altı aşamalı gelişmedir ve “değerlerin ölçümü” ile adım adım (kaizenvari) bütünleşik ilerlemedir. Bu konuda www.copcu.com da pek çok yazı, açıklama vardır (https://www.copcu.com/sstc-esestisi/; https://www.copcu.com/2011/09/10/yasam-bufesinde-sstc-ve-aktivist/; https://www.copcu.com/2010/12/05/yasam-bufesinde-sstc-ikinci-adim/; http://blog.netdirekt.com.tr/author/koordinator).

Şimdi toplantıdaki gelişmelerden kısa pasajlar aktarıp yazımı sonlandırayım:

  • Enstitü, Dernek ve Sosyal kol beraberliği içinde güzel bir beraberlik yaşandı.
  • Enstitüye yeni katılanlar kendilerini tanıttılar ve bunlardan genç bir arkadaşımız aynen şöyle dedi: “Başlayalı beş gün oldu ve inşallah burada emekliliği görürüm”. Ne güzel bir dilek.
  • İki yıllık performans değerlendirmeleri sonucunda hazırlanan başarı belgeleri dağıtıldı.
  • Doktorasını yeni tamamlamış iki araştırıcıyı çiçekle kutladı sosyal kol. Doktora konuları ve tarımsal savaşıma katkılarını web sayfamızın bloğunda birer yazı olarak duyurmayı isterim ve bu konunun yayımında yardımcı olmaya hazırım. Böylece daha hızlı bir duyuruya ve paylaşıma öncülük etmiş oluruz.

Uzun lafın kısası; dernek üyelerimizin ve özellikle emekli arkadaşlarımızın daha fazla sayıda katılımlarıyla gerçekten de “dünden yarına, bugünle etkili olma ya da bugünü etkili kılma” umutlarımı koruyarak ve bay Pink’in sözünü ettiği üçüncü aşamada yaşamı daha anlamlı kılma arayışlarıyla Enstitü ve Dernek yönetimlerine teşekkür ediyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Borzemliler Dernek Yön.Kr.Üyesi

23.05.2024


(*): Mustafa Copcu: EÜZFakültesi (1968) > Bornova ZMAE (1970-85; Hububat Hastalıkları Lab. > Tohum Patolojisi Lab.; Doktora: Çeltik Hastalıkları); TÜBİTAK Teşvik Ödülü (1983); İstifa (01.05.1985) > CINOS (Ciba-Novartis-Syngenta; 1985-2009; 1989 Doçentlik) > Bilişim Sektörü (Netgillerde  Koordinatör / Bilginin zekatını vermek: 2009-2024-…!!)

NOT: Değerli dostum, sınıf arkadaşım, enstitü emeklimiz sevgili Erol Yalçın’ın ani vefatı nedeniyle blogumda 2 Mayıs 2024 günü yazdığım “Veda” başlıklı yazıma şu linkten kolaylıkla erişebilirsiniz: https://www.copcu.com/2024/05/02/yasam-bufesinde-ezm68ey/

Gece yarısı takılan kravat ve sondanın üç nesli eğiten, sevgileri saygıyla bütünleştiren etkisi; Duaların gücü > Ustalığın üç temel özelliği 1.Zihniyet; 2.Acı ve 3.Asimptot

Kategoriler
Uncategorized

Köşk ve Lider

“…Sohbet sırasında bir ara Atatürk Mazhar Osman’a sorar (MC: Grubumuzdaki gençler, Mazhar Osman’ı bilmeyen var mı ?) “Osman bey, bu delilik nasıl bir şey ?“. “Gazi Paşam, herkeste bir parça vardır” deyince Atatürk, “Ne demek istiyorsun ? Bende de mi var ?” Hoş sohbet ve sözünü esirgemeyen biri olan Mazhar Osman “Ohoooo ! Sizde bin beteri var. İçerde ve dışarda dört iklim, yedi cihana kafa tutmak akıllı adamın yapacağı iş mi ?” Atatürk bu söze dakikalarca gülmüştür… (1)

Köşk ve Lider: 01.Sohbet Mekanı (Tristramp Köşkü)

Merhaba

Yazımın girişine neden internette dolaşmakta olan bir anekdotu aldım; açıklayacağım.

Dün Enstitümde çok güzel ve doyumlu bir gün geçirdim. Yaş seksenin arifesinde olunca ve yaşam ileri doğru akarken ihmal ettiklerimizin ne denli özlemi içinde olduğumu anladım. Üstelik son dört yılda pandeminin önce zorladığı, daha sonra da kalıcı kıldığı yeni yaşam biçiminin (!) tembelliği ve yarattığı atalete sığındım kimi sitemleri yanıtlamaya çalışırken. “Kırk yıldır gelmediğim Enstitüme geldim” derken sevgili Mine bana da parmak sallıyordu ve “Neden messenger’dan yazdığım mesaja yanıt vermedin ?” derken bile muzipçe gülümsüyordu. Gülümsemesini özlemişim. Küçük oğlumla yaşıt olan kızı Pelin’le gelen Pervin’e olan özlemimizi Urla’ya kadar uzanan dönüş yolculuğunun ekstra zamanındaki beraberlikte gidermeye çalıştık (ben ve eşim). Köşk’ün sohbete ayrılmış odasının hemen karşısındaki odada bir zamanlar müdür yardımcısı olarak görev yapan Metin (Kaya) abiyi rahmetle anarken eşi Nebile hanımı görmenin hazzını yaşadım. Bize göre bir sonraki kuşaktan olan genç Tezcan ailesini görmekten de çok mutlu oldum. Ve salonu dolduran daha nice, katılımcı dün “Tristramp Köşkü“ndeki sohbete yüzlerindeki gülümseme ve gözlerindeki ışıkla renk kattılar. Allah razı olsun. Zaman zaman sözcüklere yansıyan genç emeklilerin ve çalışmakta olan enstitülülerin katkılarıyla gerçekten de doyumlu bir gün yaşadım kendi adıma. Teşekkür ediyorum.

Torundan Dedeye “Tristramp Köşkü”nde Mehlika Mete ile Bir Söyleşi (2)

Uzunca bir süredir beklentilerimizde yer alan bu etkinliğin mimarı sevgili Dr.Pervin Önder‘dir. Gerçekleşmesini sağlayan da Enstitü Müdürümüz ve Müdür Yardımcımız Dr.Tevfik Turanlı ve Ekrem Kaya‘dır. Derneğim ve üyelerimiz adına kendilerine ayrıca teşekkür ediyorum. Sohbet sonrası ikramlarımızı yapılandıran ve zarif çiçeğimizle Mehlika Mete hanımefendiye teşekkürlerimizi ve memnuniyetimizi sunan dernek yönetim kurulu üyemiz Dr.Seher Tanyolaç ve arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.

Torundan Dedeye “Anıların Gücü” (3)

Enstitümüz kurucu müdürü rahmetli Nihat İyriboz‘un torunu olan Mehlika Mete hanımla iletişimim (kişisel ve dernek olarak) “Cumhuriyetin Ziraatçıları” kitabıyla oluştu ve gelişti. Kitabı aldım. Soluksuz okudum. Kimi sözcükleri anılarımla buluşturmaya çalıştım. Nasıl olduysa Nihat Beyin “Zirai Mücadele Enstitüsü” ile Tonguç Baba‘nın “Köy Enstitüsü” zihnimde aynı çatının altında buluştu ve çatıdaki çeyizlerimde aynı rafta yerini aldı

Öğretirken üretmek, üretirken eğitmek (acta non verba / laf değil eylem)

Her nedense kitabın bir yerinde, bir yanlış algıyı düzeltme gayreti hissettim. Düzeltilmeye çalışılan algı ve hatta daha ötesi dilimize düşen sıfat bizde de, bende de vardı ve hâlâ var. Bunu içime sindiremediğim için sohbetin uygun bir yerinde, akışı bozmadan dile getirmek istedim. Yazıma ekleyeceğim videoda bunu göreceksiniz. Ve videoda göremeyeceğiniz pek çok güzellik var ve neden göremeyeceksiniz ?

Çok zarif bir hanım Mehlika hanım; ve bir o kadar da duyarlı… Hem yazılı iletişimde sözcüklere karşı, hem de özellikle sosyal medya konusunda. İzin alarak çektiğim videonun sosyal medyada yer almamasını ısrarla istedi. Her ne kadar derneğimizin bu blog sayfası biz “Borzemliler“in ilgi alanı içinde kalıyor olsa ve izole sayılsa da ben yine de ekleyeceğim görselde Mehlika hanımın sohbette paylaştıklarına yer vermeyeceğim.

Sohbetin “Tristramp Köşkü“ndeki iç mekanı özellikle seçilmiş genişçe ve birbirine ara kapıyla açılan iki odaydı. Burasını da enstitü yıllarımda (1970/85) çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli laboratuvar şefim, daha sonra enstitü müdürüm Dr.Coşkun Saydam‘ın kariyer yolculuğunda müdür yardımcısı olarak görev yaptığı odaydı. Ve bu oda Mehlika hanımın dünkü sohbetinde soğuk bir kış gecesini yerdeki döşekte rahmetli dayısı meslektaşımız Demir İyriboz‘un babası (Nihat bey) ve annesi (Ayşe hanım) arasında uyuduğu, kitapların kasa tahtalarını şöminede yakarak ısındıkları odaydı yıllar önce. Ve daha nice anılar dile döküldü Mehlika hanımın tatlı anlatımıyla ki hepsi ve daha fazlası için “Cumhuriyetin Ziraatçıları” kitabında mükemmel bir anlatımla tarihte yerini almış. Ne mutlu yazana ve anılarını paylaşana…

Sözün özü; bu vesileyle aklımda yer eden asıl demek istediğimi burada sözcüklere dökmüyorum ve yazıma eklediğim videoya bırakıyorum. Sadece yazıyla video arasında bir bağ kurabilmeyi kolaylaştırmak için şu sözü de yazayım: “Deliliklerinden yoksun bırakılmış insanlar, kanatları koparılmış arılara benzerler; uçamadıkları için bal yapamazlar” ve oğlum Kerem’in “Fark Yaratan Şirketler Paneli” kapanış konuşmasındaki son sözleriyle (ki videoya o kareleri de ekleyeceğim) yazımı bitirmek istiyorum:

“…Büyüyüp gelişiyoruz ama bunlar bize uykusuz gecelere mal oluyor…” ve rahmetli Nihat Beyin Tristramp Köşkü’nde ve daha sonrasında nice uykusuz geceleri olmuştur ki yarattığı değerler, bugün sahip olduğumuz güzelliklere dönüşüp ürettikleri katma değerlerle sürmektedir. Kim ne derse desin; tüm bunların “Başlama Vuruşunu” doksan yıl önce yapan ve bakan olduğu dönemde de ısrarla ve inatla, sabırla ve sebatla, tek sözcükle “Tutkuyla” sürdüren rahmetli Nihat bey, benim gözümde, benim zihnimde her zaman bir “Aktivit” olarak yer aldı. Peki, ne demek “Aktivist” ya da kime denir “Aktivist” (3) ?

Sağlık ve esenlik dileklerimle bir kez daha teşekkürler Mehlika Hanım, Pervin hanım, Seher Hanım ve Tevfik bey… Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Borzemliler Dernek Başkanı

22.11.2023


(1) Deliliğe Övgü (Erasmus, 1509): …Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Kitapta delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. ….Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur. Yapıtın yazılışını izleyen sonraki yüzyıllarda -haklı olarak- düşünce düzeyindeki bağnazlığın her türlüsüne yönelen bir eleştiri diye yorumlanması, belki de bugüne değin koruduğu kalıcılığın baş nedenidir.

(2) Video kayıtlarımda söyleşinin tamamı bir saate yakın… Ben yazıma eklediğim bu kolajda katılımcılarla, anekdotlara yer verdim. Çünkü Mehlika hanımın sosyal medyadaki paylaşımlara sıcak bakmadığını görüyorum. Bu kayıtta, Enstitü yöneticilerinin söyleşinin açılış ve kapanış konuşmalarıyla Dr.Pervin Önder‘in, Emekli Biyolojik Mücadele Laboratuvar Şefi Uzman Mine Soydanbay (Tunçyürek)‘in ve Prof.Dr.Serdar Tezcan‘ın katkılarını göreceksiniz.

(3) Torundan Dedeye Övgü: Dün Çeşme’de Halk Ekmek Büfesinden Karakılçıklı ekmek almak için beklerken vitrinde bir kitap dikkatimi çekti:

“Zaman su gibi akıp geçiyor, yıllar yılları kovalıyor sanıyoruz ama çoğu hiç geçmiyor ve içindeki anılarla yerinde öylece duruyor…” > GEÇMİŞ İYİLEŞİRSE, GELECEK DE İYİLEŞİR… (BD)

ve bu kitapla Mehlika Hanımın anlattıklarıyla zihnimin kıvrımlarında buluştu.

(4) Aktivist: Google’a “copcu aktivist” yazarsanız 12 yıl önceki şu yazım önünüze çıkar: https://www.copcu.com/2011/09/10/yasam-bufesinde-sstc-ve-aktivist/ Bu yazıdan bir paragrafı aktarayım; meraklısı devamını okur: “…Marmaris’te akşamın karanlığı çökmek üzereydi. Masamda duran da Gary Hammel‘in on yıl sonra Türkiye’ye tekrar gelişindeki “strateji bir devrimdir” isimli kitapçıktı. Stratejiyi bir devrim olarak tanımlayan Bay Hammel, bunu yapacak kişiyi de aktivist olarak ele alıyordu. Ben de MDM rolü için Merkeze gönderdiğim değerlendirme raporunda aktivist olacağıma ve bunun getireceği çatışmalara dikkat çekiyordum. Merkez beni bu yola sokarken hem yağlı yemek istiyor hem de papazdan korkuyordu. Hem statükoya meydan okumak girişimini benimle test ediyor hem de konfor alanından çıkmaya direnecek satışçılarda olması kuvvetle olası satış kayıplarını yaşamak istemiyordu. İkinci global birleşmeye kadar (2001) bu görevde mesleğimin en hararetli ve mutlu günlerini yaşadım. Sınırlarım Ege’yi aştı ve Malatya-Isparta-Bursa-Nevşehir dörtgeninde koşturur oldum. Kimi zaman deli danalar gibi oluşum sadece kendi tercihimdi…”

Kategoriler
Uncategorized

Hoşgörü

...Almayacaksan alma, ne kızıyorsun müdür bey ? (Tuncel & Necati 70 lerin başları)…;Bahçedeki demir kapıyı da kapatsınlar, ceryan yapıyor müdür bey ! ( Tuncel & Mahmut, 70 lerin sonları)…; Siz En Kahraman Rıdvan’ı tanır mısınız müdür bey ? (Mustafa & Kâzım 80 lerin başları)…”

Okul bize ne öğretiyor ? > ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK

Merhaba

Nisan ayının son günlerindeyiz. Seçimin öncüllerini yaşıyoruz. Depremin ardılları içindeyiz. Depremin etkileriyle şekillenerek seçimlere uzanırken rutinlerimdeki zihnim, “Kozmosla Kaos” arasında bocalıyor. “Devam mı, tamam mı?” kararının her iki sonucunda da “Kaos Eşiğinde” yaşamayı sürdüreceğiz; en azından bir süre… Birisinin öyküsü var ve “Yola Devam” diyor; diğerinin öyküsü yok ve “Sana Söz” diyor. Silkiniyorum ve avunmak için yine enstitü anılarıma dönmek istiyorum. Ve umut ediyorum ki, Temmuz ayında derneğimizin olağan genel kuruluna kadar benden başka bir arkadaşım da blogumuzda yazı yazar ve web sayfamızın varlığını sürdürmesine bir gereklilik ya da en azından bir fayda ortaya çıkar. Yoksa iki yıldır domain (alan adı) ve hosting (barındırma) bedellerinin Netgillerin finansal sponsorluğunda sürdürülmesinin bir anlamı kalmaz. Kişisel olarak ben yazılarımı kendi blogumda (www.copcu.com) ve Netgillerin blogunda sürdürüyorum; bu nedenle üçüncü bir kanalın varlığının esbab-ı mucibesi olmaz benim için. Bilmem beklentimi açıklayabildim mi ? Cezmi hocam, Nafiz hocam, Bilge hanım iyi misiniz ? Biraz Sandom, biraz kornişon ne öyküler çıkar sizden. Her işin başı niyet ve biraz gayret…

Bu yazımda rahmetli üç müdürümle yaşadığım, tanık olduğum kısa öykülerle bir mesaj vermeye çalışacağım. Bundan önce 14 Mayısın öneminin tetiklediği bir anımdan söz edeceğim.

Enstitü yıllarımdan sonra, 24 yılımı geçirdiğim CINOS (Ciba > Novartis > Syngenta) un üçüncü evresinin oluşum sürecinde yıllık toplantımızı Hollanda’da yapmıştık. Toplantının moderatörü “SPIN Selling” kitabının yazarı Neil Rackham idi. Neil bey, Einstein kılıklı Borneolu biriydi. Kitabının sonlarında kendi yaşamından şöyle bir kesit veriyor:

“…Yaşadığım (öğrendiğim) şeylerin başarıya belirgin ölçüde katkı yapacağına tam olarak inanmam için daha hâla yapmam gerekenler var. Sonu gelmeyen bir süreçtir bu. Büyüdüğüm yerde hiç yol yoktu ve her yere nehir yoluyla ulaşırdık. Herhangi bir yolculuğun herhangi bir anında kayıkçıya ne kadar yol kaldığını sorduğumuzda hep aynı cevabı alırdık: “Satu tanjung lagi“; yani “Bir dönemeç kaldı“. Yaşamdaki anları, dönemeçleri tüm kanıtlar toplandı diye değerlendirmeye kalktığımızda, “Haydi Abbas, vakit tamam” dediğinizde bir dönemeç daha olduğunu görürsünüz. Muhtemelen o son dönemeci asla geçemeyeceğiz; ya da geçtiğimizin asla farkına varmayacağız. Fakat umarım…”

Kendi yaşamımdaki ilk üç dönemeçle bugün beklemekte olduğum “son dönemeç” için düşüncelerimi blogumda iki yıl önce yazmıştım. Yaşamımdaki “İkinci Dönemeç” Eylül 1970 de rahmetli Mustafa Akuğur beyin kendiliğinden gelişen desteği ile enstitülü oluşumdu. Yazımın linkini veriyorum: https://www.copcu.com/2021/01/10/yasam-bufesinde-son-donemec/

Yere saçılan kumaşlar (Tuncel ve Necati)

Yetmişli yılların başlarındayız. Maaşlar yetmiyor. Becerisi ve ilişkisi olanlar ek işlerle üç beş kuruş kazanmaya çalışıyor. Bunlardan biri de foto atölyesinde çalışan Tuncel. Doğudan kaçak kumaşlar getirmiş. Çay saatinde uzun toplantı masasının üstüne yığmış. Arkadaşlar başına toplanmışlar. Tam bir “Bostanlı Çarşamba Pazarı” görüntüsü. Hepimizle birlikte çay içmek için salona giren müdürümüz rahmetli Necati bey manzarayı görünce kızgınlık ve sinirle kumaşları yere atıyor. O esnada çaydanlığı (!) da deviriyor (ve sanırım eli yanıyor). Neler söylediğini anımsamıyorum. Çünkü bu yazımda öykülendirdiğim üç rahmetli müdürümün ortak özelliği kekeme oluşlarıdır. Tuncel gayet sakin ve aynen şöyle diyor “Almayacaksan alma, ne kızıyon müdür bey ?“. Herkes gülüşüyor. Devamında ne bir ceza ne de ayrıca bir tepki yok Necati beyden. O dönemde çalışanlar ve yönetenler arasındaki yaş farkı ve hatta nesil farkı fazlaydı ve şimdi daha yakın yaşlarda olmamıza rağmen aynı hoşgörüyü gösterebilir miyiz ?

Kalorifer ve Yasin (Tuncel ve Mahmut)

Rahmetli Necati beyden sonra Pamuk Zararlıları Laboratuvar Şefi olan Mahmut Karman müdürümüz oldu. O kadar sosyal, arkadaşlarla o kadar samimi idiydi ki yönetici rolünde bile her zaman “Mahmut Abi” olarak kaldı. Bağ Hastalıkları Lab. Şefi sevgili Aykut (Kapkın) ile birlikte tanık ve taraf olduğumuz bir “Petri Yıkama Öykümüz” var ki ayrı bir yazıya konu olur. Rahmetli Mahmut bey ve eşi Meliha hanım nesillerinin birer lideri, öğretmeni ve idolleriydi çoğumuz için. Mekanları cennet olsun. Her neyse; ben yazmak istediğim küçük bir anıyla bir başka “Hoşgörü” örneğini kayda geçireyim.

Soğuk bir kış günüydü. Müdür Mahmut Abi hepimizi toplantı salonuna çağırdı. Konu kaloriferlerdi. Kömürle ısınırdık. Petekler dökme ve vanaları sıkıntılıydı. Odalarımız çok ısınırsa pencereleri açardık. Bu durum da haklı olarak israftı ve yönetici önlem almak istiyordu. Neden vanalarını kapatmazdık ? Kapatınca bir daha açamazdık ya da hava yapar ısıtmazdı. Bu durumda mutlaka emekçi Yasin (Atatoprak) gelip müdahale ederdi. Bunun yerine pencereleri açmak daha kolaydı. Toplantıda vanaları kapatmamızı ısrarla isteyen Mahmut bey zar zor sözlerini tamamlayınca Tuncel elini kaldırıp söz istedi ve şu an güvenlik kulübesi yanındaki emniyet bariyeri olarak duran engel yerinde olan parmaklıklı demir bahçe kapısını işaret ederek: “Müdür bey o demir kapıyı da kapatsınlar ceryan yapıyor” dedi. Hepimiz güldük. Mahmut bey konuşabilmek için sağ ayağıyla gaz pedalına ne kadar uzun süre bastı bilmiyorum ama ne yanıtını hatırlıyorum ne de herhangi bir ceza uygulamasını. Şimdilerde en azından “dalga mı geçiyorsun ?” ya da “sen kiminle dalga geçiyorsun ?” demeden “Hoşgörü” gösterebilir misiniz ?

Doğu Beyazıt Saatleri (Mustafa & Kâzım)

Şimdilerde hâlâ var mıdır ? bilmem. Benim zamanımda Yardımlaşma, Tüketim, Ento ve Fito Sandıkları diye arkadaşların birbirlerine destek oldukları ve desteklerin kuralları olan gönüllü iç kuruluşlarımız vardı. Uzun süre Tüketim Sandığını (Kantin) yönettim Erol (Birgüncan) ve Mustafa (Öğüt) ile birlikte. Şeker, pirinç, peynir, tuvalet kağıdı gibi temel tüketim maddelerini toptan alır ve üyelerimize dğıtırdık. Günlerden bir gün sevgili Tarık’ın odasında bir grup arkadaşın yabancı bir adamın açtığı çantanın önünde toplandığını gördüm. Sanırım bize yakın bir başka kamu kuruluşunda çalışan biriydi ve Doğu Beyazıt’tan kol saatleri getirmiş, arkadaşlarım da almaya çalışıyorlardı. Hepsi markaydı. Normal koşullarda hiçbirimiz satın alamazdık. “Çakma” nedir bilmiyorduk. Yıllar sonra (Ocak 1993) Singapur-HongKong seyahatinde aynı “Çakma” saatleri on dolardan alacaktım. Adamı kenara çektim ve çantasındaki tüm saatleri arkadaşlarımın kantin kanalıyla daha ucuza almalarını sağladım. Bunu duyan rahmetli müdürüm Kâzım bey beni odasına çağırdı. Uyardı. Bu işin kaçakçılık olduğunu bana anlattı. Müdüre bu durumu iletip de şikayetçi olan müdür muavinleriydi. İkisi de kalp krizinden genç yaşta vefat eden Teknik ve İdari Müdür Muavinlerinin ikisi de aynı kaçak saatlerden aldıktan sonra beni, durumu müdüre şikayet olarak iletmişlerdi. Uyarıları sabırla dinledikten sonra Kâzım beye bir soru sordum “Siz, “En Kahraman Rıdvan’ı bilir misiniz müdür bey ?”. Kendimi Gırgır Dergisi’nin karakteristik çizgi kahramanı (!) olan Rıdvan’a benzetmiştim. Kâzım beyin de sadece “uyarı” düzeyinde kalan tepkisi de az çok “hoşgörü” içeriyordu.

Amacım üç anı ile yetmişli ve seksenli yıllardaki enstitü yöneticilerinin “hoşgörü“lerini öykülendirmekti. Sizlerin de kimbilir nice “hoşgörü” öyküleriniz vardır. Paylaşır mısınız ?

Sağlık ve esenlik içinde, 14 Mayıstan sonra açık ve aydınlık günlerde gülen yüzlerle, umut dolu gözlerle görüşmek umuduyla selamlar.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

www.copcu.com

26.04.2023

Kategoriler
Uncategorized

Küçük Çiftçiler ve …

Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına !” (Turunçgil üreticisi neden isyan ediyordu ?) ; …“Kelebeği görünce at babam at ! Kelebekle uğraşırken mahvolduk; yok olur mu bu memleketin kelebeği !” (Sarıgöllü bağcı Mahmut bağının mühendisi olma yolunda ilerlerken kime ne anlatmaya çalışıyordu ?);…”Benim tek yapacağım firmasını mahkemeye vermek !” (Malatyalı kayısıcı Monilyadan mahvolan bahçesinde neden kızgındı ?);…“Ben ziraat mühendislerinin bir şey bildiğine inanmıyorum; ben onlardan iyi biliyorum.” (Buğday üreticisi ziraat mühendislerine inancını neden yitirmişti ?);…“Ben sana nasıl güveneyim; seni tanımıyorum ki !” (Sera domates yetiştiricisi tavsiyelerimize neden kuşkuyla bakıyordu ?); …Yetiştirici yedi ilaçlama yapmış ve ürünü yine yaprak bitinden dolayı fumajinle kararmıştı (Salçalık domates yetiştiricisi neden başarılı olamamıştı ?); Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına!…”

Bursa’dan Malatya’ya, Mersin’den Fethiye’ye ve Alaşehir-Sarıgöl bağlarında yoğunlaşmış “Çiftçi Destek Ekibi” projelerinin öncüllerinden (Konunun Ele Alınma Nedenleri) kesitler

Merhaba

Deprem felaketinde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza ve adını bildiğim on beş meslektaşımıza Allah’tan rahmet; ailelerine sabır diliyorum. Allah bir daha böyle bir felaketi hiç kimseye göstermesin ve bize de depreme dayanıklı konutlar yapmak ve sağlıkla yaşamak için akıl fikir versin; sınırları zorlayan hırslardan arındırsın; yılın ikinci yarısında umut ettiğimiz tünelin ucundaki ışık, aydınlığa, esenliğe çıkarsın; yolumuzu açık ve aydınlık etsin.

Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Sıkça yinelediğim gibi “yaşıyorsan bitmemiştir”.

Ne yazık ki; derneğimizin bu blogunda Pervin hanım ve Aydın beyden başka yazı yazma, fikir sunma, deneyimlerini aktarma, öykülerini paylaşma konusunda bir hevesli arkadaşım çıkmadı. Hiç bir zaman geç değildir. Bir gün mutlaka çıkacaktır. Yazılarınızı bekliyorum; bekliyor olacağım. Umutla beklerken arayı sıcak tutmak için yine anılarımdan bir mesajı şekillendirmeye çalışayım.

Küçük Çiftçilerin Kaderi

Enstitüden özel sektöre geçtiğimde (1985) sevgili Alev (Kutay; sınıf arkadaşım ve Ciba-Geigy’nin bölge müdürüydü) elimden tuttu ve beni büyük çiftçilerle tanıştırdı. Bu arada rakip firmanın (Bayer) bölge müdürü olan sevgili Ercan (Heper) pazarın dinamiklerini öğrenmemde yardımcı oldu. Her ikisine de gönülden teşekkür ediyorum. Çiftçi ziraat mühendislerinin makul ve mantıklı, yerel koşullara uyumlu ve uygulanabilir görüşlerine, özellikle bizzat tarladaki rehberliğine açtı. Özellikle bayilik sisteminin ilk kuruluşundaki esneklik (meslektaş olmayanların bayi olması ve bunun müktesep hak olarak sürmesi gibi) “Dürüst Rekabetin (Fair Competition)” gelişmesine yardımcı olmuyordu. Herkesin gözü büyük çiftçilerde ve çiftliklerdeydi. Çünkü yapılan her türlü etkinliğin (çiftlik ziyareti, tarla başı sohbeti, uygulamalarda yer almak, demolar, geniş parsel uygulamaları vb) geri dönüşü ve sağladığı yarar daha fazla oluyordu. Şimdi biraz daha bakış açısını genişletmek istiyorum.

Soçi yolcuları binin len arabaya…

Aslında yukarıdaki sözün orijinali Cankurtaran‘da mola veren Denizli otobüsünün muavinine aittir. Çay molası bitmiştir. Mekan sahibi haporlörden yolcuların otobüse binmelerini anons eder. Yolcular oralı değildir. Bir anons daha ve yine yolcular sallanıp ellerindeki çayları bitirmekte acele etmezken muavin dayanamaz. Otobüsün kapısına çıkar ve bağırır: “Denizli yolcuları binin len arabaya; y*** mı va çay kave içmeye…!“. Yaşamın gerçeği olsa da ve yıldızlar saklamaya yetmese de azıcık ayıplı benzetme için affola. Her neyse asıl konuya döneyim. Neden Soçi yolcularından söz ettim.

Soçi’ye gitme hayali ile yanıp tutuşuyorsa Manisalı İsmail ya da Ortacalı Mustafa, firmasının dayattığı ve müşteri potansiyelini aşan miktarı satın alacaktır. Bu durumda küçük çiftçiler İsmail ve Mustafa’nın insafına kalmıştır. Ekli videoda buğdayda yabancı ot mücadelesinde başarılı olamayan genç üretici ne diyor “Mühendisle görüştük. Bağışıklık olmuş. seneye yüksek doz kullanacağız”.

Küçük çiftçiler sahipsizdi ve ben özel sektöre geçtiğimde firmaların en güçlü bölümü satıştı. Gerçi her dönemde satış önemini korumuştur. Satış, tek kârlılık merkezidir. Satacaksın, kârlı satacaksın ve daha çok satacaksın. Bu beklenti doğaldır. Çünkü firma “hilal-i ahmer” değildir. Bu nedenle ben sekiz yıl önce blogumda yazdığım bir yazıda “Güçlerin Evrimi” derken (www.copcu.com/2015/03/12/yasam-bufesinde-guclerin-evrimi/ ) ve içeriğinde “Küçük Prens“e atıf yaparken seksenli yıllarda firmaların gücünü “Sales Force (Satış Gücü)” olarak tanımlamıştım. Nitekim 1929 da Dr.Stronk‘un dikkat çektiği “Satın Alma Dürtüleri” çerçevesinde yapılandırılan öğrenme ve ustalık yolculuğunun yetmişler ve seksenlerdeki tam adı “SSTC (Selling Skills Training Course)“idi. Bu güçle Soçi ya da Singapur heveslisi bayilerle amaca ulaşılıyordu ve bu süreçte “Küçük Çiftçiler“in elinden tutan yoktu.

Peki sonra ne oldu ?

Doksanların ortalarında pazar tıkandı. Satışın adına “Push” dediğimiz (benim sonuna bir de “t” eklediğim) “İtme Gücü” yetmedi. Teknik ekiplerin ise geliştirme ve ruhsatlandırma çalışmaları nedeniyle başlarını kaşıyacak zamanı yoktu. Yine de ucundan kenarından adına bu kez “Pull” dediğimiz “Çekme Gücü” çalışmaları başladı. Bu ikisi gerektiğince organize olduğunda ve eşgüdüm için “Pazarlama” devreye girdiğinde ortaya çıkan “Pullu Push(t)” a biz “Sahra Gücü (Field Force)” dedik. Yine de “Cost/Benefit” ya da Türkçesiyle “Masraf / Yarar” oranı açısından ağırlıklı olarak hedef büyük çiftçilerdi. Küçük çiftçiler hâla yeterince desteğe kavuşmamışlardı.

Bu arada laf aramızda satışa güç katan, bayi raflarına yığılmış olan ilaçları tarlaya, çiftçiye ulaştırmada rol oynayan, kullanımlarını sağlayarak stok oluşmasını, sonraki satışların önünü tıkamasına engel olan teknik ekip pastanın paylaşımına gelince yeterince nimete kavuşamıyordu.

Doksanların başlarında üst yönetime gönderdiğim bir yazımda aynen şöyle diyordum “Bir gün ateşin yaktığını ve taşın sert olduğunu anlayacaksınız”. Anladılar mı ? Anladılar; hem de yerel çabalarla değil merkezin desteklediği projeli iş yaşamının disipliniyle. Böylece küçük çiftçiler için ilk adım atıldı.

Soğuk bir kış günüydü; tilki de açtı, ayı da…

Böyle başlayan bir paragrafta masalın devamını okumayacaksınız. Enstitü yıllarımda Hasan (Toka), Murat (Çetin), Recep (Toktaş) veya Mehmet (Çiftçi) arazide değillerse o gün mesai bitiminde İzmir’e servis otobüsü var demekti. Ben de kulağıma dayadığım Standart ile Hilal’e kadar radyo dinlerdim. Standart radyoyu (FM’i olmayan, kısa, uzun ve orta olmak üzere üç dalgalı) 1969 yılında Erzurum’da yedek subayken ve oğlum Eray’ın doğumu nedeniyle verilen ikramiye ile (350TL) Doğu Beyazıt’tan gelen bir kaçakçıdan almıştım. Bir gün akşam üzeri üç Bulgar Masalı dinlemiştim. Hiç unutmadım. Mesajlarını sevdim. Oğullarıma, torunlarıma anlattım o masalların ikisini. Üçüncüyü neden anlatmadım ? Ana mesajı “insana iyilik yaramaz” idi ve insanla yılan arasında geçiyordu. Doğru bir algı yaratmayacak diye, kültürümüze uygun görmediğim için anlatmadım; ama zihnimde yerini aldı. Tıpkı “hiç bir iyilik cezasız kalmaz” ya da “sevaba gireyim derken günaha girmek” veya “cehenneme uzanan yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” gibi… Her neyse ! Diğer iki masalın biri “Ayı ile Tilki” ve “Tilkinin Bağı” idi. Meraklısına anlatırım. Şimdi masalı bir yana bırakıp “Küçük Çiftçiler“e bağlamaya çalışayım konuyu.

Soğuk bir kış günüydü, taşın sert olduğunu gören İsviçreli Dr.Vorley “Küçük Çiftçiler“i kafaya taktı. İstatistiklere baktı. Veri (data) den bilgi (info > knowledge) yoluyla “Bilgelik (Wisdom) Piramidi“ne tırmandı ve Merkez Yönetimi ikna etti. Tıpkı “bana bir dayanak yeri verin dünyayı yerinden oynatayım” diyen Arşimet gibi düşüncesini şekillendirdi; yapılandırdı. Google’a “Dr Vorley FST” yazarsanız karşınıza çıkan onlarca görselde ve blogumdaki (www.copcu.com) yazılarımda beni bulursunuz. Yine de fazla teknik, az satış destek gibi algılanmış olmalı ki Dr.Vorley’in babası olduğu bir kavramı geliştirmede Cibalı iş yaşamı uzun sürmedi; gayretinin pek fazla meyvesini toplamadan şirketten ayrıldı. Sonrasında X.Ledru konuyu ele aldı. Google’a “copcu ledru” yazarsanız blogumda bu konunun detaylarına erişirsiniz. Böylece satışa yansıyan perspektiflerle yeni milenyuma kadar “Küçük Çiftiler” adam yerine kondular. Hesap kitap yapıldı. İsviçre çoklu desteklerini şekillendirdi. Know-How verdi. Para verdi. Kimler gelip gitmedik ki ? Doç.Hlucy mi, Dr.Rüegg mi ya da Dr.P.Newton mu dersiniz…! Hepsi de Çeşme konuklarımız oldu ve ne diyor 30 dönüm bağı olan Ahmetağalı Mahmut ?

Sultana’nın Sultanları

Doksanlı yılların ortaları en kritik yıllardı. Sektörel tıkanmalar artmış “cicim ağları” bitmiş ve bir de üstüne ülkesel mali kriz (5 Nisan 1994 kararlarını hatırlar mısınız ?) binmişti. Ben de teknikten ayrılıp satışa, bölgesel satış yönetimine geçmiştim. Döviz patlamış; Amerikan doları bir gecede üç kat artmış; gecelik repo faizleri yüzde dört binlere çıkmıştı. Bu koşullarda bile “Küçük Çiftçilere” destek olacak için Türkiye merkezden ilk FST (Farmer Support Team / Çiftçi Destek Ekibi) Projesi” desteğini almıştı. Üzüm (bağ) seçilmiş ve Alaşehir-Sarıgöl bağlarında yola çıkılmıştı. Google’a “copcu fst” yazarsanız karşınıza 2009 ve 2022 de blogumda yazdığım iki yazı çıkar. Özellikle “iz bırakanlar” başlıklı 2022 yılındaki yazımın ekindeki videoda “Sultana’nın Sultanlarının” arka bahçesindeki gelişmeleri görebilirsiniz.

Kolay mıydı ?

Konuyu sadece bir proje ve proje yönetimi olarak baktığınızda sorun yoktu. “Problem Ağacı” çizilmiş, “Çözümler” yapılandırılmıştı. Kapsam belliydi; içerik belliydi. Özdek ve yöntem netti. Hedefler hırslıydı; ölçülebilirdi. Ne var ki; operasyonel olan (1-2 yıllık sonuçlara kilitlenmiş) satışla, taktiklerin baskın (2-5 yıl) ve hatta stratejik hedeflerin (5 yıldan fazla) belirgin olduğu FST projeleri arasındaki uyumu sağlamak ciddi bir sıkıntı yaratıyordu. Projede biyolojik preparatın (B.thuringiensis) çiftçi kabulünü sağlamak için geliştirme çalışmaları yapılırken ve bu çalışmalarla bayi-çiftçi ilişkisinde “Küçük çiftçileri” etkin kılmaya çalışırken satış kendisine verilen bütçe ile sentetik piretroid satmaya çalışıyordu. Projenin yarınlara dönük çabası ile satışın bugünü kurtarma mecburiyeti çatışıyordu. Pazarlama sorumlusu ve CEO olma yolunda hızla ilerleyen genç meslektaşımız bile ortadaki sıkıntıyı anlayamıyordu. İlk FST Projemiz olan “Sultana“yı 1998 yılında tüm Avrupa ülkeleri temsilcilerine anlatırken sunumumu “Conflict Management / Çatışma Yönetimi” çerçevesinde yapılandırmıştım.

O günleri düşündükçe şu sözün önemini daha iyi anlıyorum: “Çıktığınız yolda engeller yoksa, o yol sizi hiç bir yere götürmez“. Bu çatışmalar bizi bütünleştirdi; farkımızı ortaya çıkardı. İkinci global birleşmenin üstünden beş yıl geçtiğinde kendimizi Rio (Brezilya) da sunum yaparken bulduk.

İşte bu proje ile seçilmiş ve hevesli elli bağcıyı “bağının mühendisi” olması için tuzak kullanma, tuzaklardaki Salkım Güvesi (Lobesia botrana) yumurtalarının açılmasını gözleme ve buna göre ilaçlama yapma yolunda öğrenme ve ustalıklarına yol açtık. Bu konuda videodaki bağcılar günündeki bağcı Mahmut’un sözleri çok net değil mi ?

Nasıl başlarsa öyle devam eder...

Yıllar yılları kovaladı. FST Proje düşüncesi Ege’den Akdeniz’e (Fethiye’den Mersin’e ve Antalya’nın doğusunda ve batısında) 4 VIP Projesi ile açılım gösterdi. Bunun bir diğer anlamı dört genç ziraat mühendisi meslektaşıma (Nuri, Gökhan, Cüneyt ve Bekir) kariyer yolculuğunun başlaması demekti.

Yetmedi. Malatya’nın kayısılarına uzandı yolumuz. Malatyalı ilker‘le başladı altıncı projemiz ve adına MAC dedik. Açılımı da “Malatya’s Apricot and Cyprodinil“. “TTTS (Time To Top Sales)” için üç yıl hedef çizdi satış ve satışın zirvesinde 3,5 tonluk bir hedef vardı. MAC Projesi ile projeli yaşamın disipliniyle, küçük çifçilere yakın olmanın çevikliği ile ikinci yılda on tonu aşan satış sağlandı. Böylece FST’lerin satışa katkısı daha net görüldü. Ardından Marmara bölgesindeki salçalık domates sektörüne FIT Projesi (Fungicides and Insecticides for Tomatoes) ile Hakan kadromuza katıldı. Böylece CINOS oluşumları sürecinde içinde sekiz FST Projesi olan tek ülke oldu Türkiye.

Yazım pelivan fıkrasına döndü. Uzadı gitti. Demem o ki; hiç bir emek boşa gitmedi. Küçük çiftçilerin potansiyel değeri anlaşıldı. Projeli yaşamın önemi görüldü. Böylece FST Projeleriyle ilaçlamaları iyileştirmede (Aplikasyon Teknikleri), bütünleşik zararlı yönetiminin (IPM) “Yedi Adımını” küçük çiftçilere öğretmede ve uygulamalarını sağlık koruma tedbirleri (Safety) ile etkinleştirmede ciddi kazanımlar sağlandı.

Ekli videodaki küçük çiftçi örneklerini izlerseniz FST lerin öncül ve ardılı hakkında daha fazla bilgiye eriştirecek sorulara sahip olursunuz. Ve “cevap, doğru soru sorulduğunda anlamlıdır“.

Açıklanmadan kalan esas haykırış “Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına !” diyen turunçgil üreticinin başına gelendir. Bu konuda bir giriş olsun diye önceki yazılarımdan birinde “OP ve OM” diye iki kısaltmaya dikkat çekmeye çalışmıştım. Evet, konu OP ile ilgilidir. Yazımı okuyan biri, “Yahu Allah aşkına nedir bu OP ?” diye sorsa da ben de yazsam, anlatsam diye sabırsızlanıyorum.

Nietzsche‘nin bir sözü ile yazımı bitiriyorum: “Kendini kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın; önce küle dönmezsen yeniden nasıl doğasın ki…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek başkanı

Kategoriler
Uncategorized

İlaç

…Zirai Araştırma Emstitüleri tohuma “tohum gibi” bakarken, biz Zirai Mücadele Araştırma Enstitüleri olarak, ilaca “ilaç gibi” bakmasını bilemedik ve... (1)

Simpozyum-Panel 1988 (!) ve Borzemliler 2022: İlacın tarımsal savaşım araştırmalarında yeri ve rolü neydi, ne oldu ?

Merhaba

Bir önceki yazım, yazmayı istediğim bir konunun “üvertürü” idi. WhatsApp Grubumuzda şu mesajla duyurmuş ve bir respons beklemiştim:

“Merhaba

Biraz önce borzemliler.org web sayfamızın blog bölümünde “OM>OP” başlıklı kısa bir yazı yazdım. Sizden herhangi bir repons (yanıt, görüş, katkı, vb) alırsam yazıma devam edeceğim. Bu yazıdan amacım biz seksenlikler ile genç enstitülü arkadaşlarım arasında tarım ilaçlarına bakışta nasıl benzerlikler ya da farklılar var ona değinebilmek; anılar ve öykülerle.

Rahmetli İzzet (İlikler) abi ne zaman virüslerle ilgili bir çalışma (araştırma, proje) gündeme gelse “Sök, yak, göm” derdi. Ne zaman temel ve uygulamalı araştırmalar diğer bir ifade ile örneğin çay saatinde konuk bir hocamız olduğunda enstitü / fakülte kıyaslaması imasıyla “böceğin kıçındaki kıl sayısını” dillendirip espri ile tartışmaları alevlendirirdi. Tanık olduğum yetmişli ve seksenli yıllarda enstitülü olmanın “hoşgörü sınırları” çok genişti. Hâlâ öyle midir ?…”

Mesajımı elli arkadaşımın okuduğunu görüyorum. Bunların içinde Necdet, Enis, İbrahim, Tarık ve hatta Nafiz ve Cezmi hocam gibi “ilaç” konusuna masanın iki tarafından da bakma şansı olan arkadaşlarım da var. Bir respons alamadığım sorumu yineleyecğim. Bundan önce bir anı,

Seksenli yılların sonuna doğru, enstitüden istifa edip özel sektöre geçeli birkaç yıl olmuştu. TFD (Türkiye Fitopatoloji Derneği) olarak bakanlık ve TÜBİTAK destekli olarak düzenlediğimiz simpozyum içinde “Tarım İlaçları Paneli” vardı. Panel yöneticisi rahmetli hocam Prof.Dr.İbrahim Karaca idi. Panelistler Enstitüler adına rahmetli Dr.Coşkun Saydam; Üniversite adına Prof.Dr.Nafiz Delen ( o tarihte doçentti); Bakanlık İlaç-Alet Enstitüsü adına rahmetli Dr.Saffet Öztürk ve İlaç firmaları adına da mslektaşımız sevgili Hasan Kıroğlu idi (2).

Panelistler iki turda görüşlerini ortaya koydular. İlk turda “Sorunlar”, ikinci turda “Çözümler” dile getirildi. “Sorunlar” üç kümede toplandı:

1.Eğitimsizlikten kaynaklanan sorunlar;

2.Denetim eksikliğinden kaynaklanan sorunlar ve

3.Organizasyon yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar.

Ve ikinci turda “Çözümler” de üç grupta toplandı:

1.Eğitimi geliştirmek gerek;

2.Denetimleri artırmak gerek ve

3.Organizasyonları etkinleştirmek gerek.

Aradan otuz sene geçti. Uygulamada ne değişti ? Ve asıl merak ettiğim “biyolojik etkinlik denemelerini denetlemek” dışında enstitü araştırmalarında “ilacın yeri” konusunda kamunun görüşleri ne ?

Yazıma devam etmek için görüşlerinizi bekliyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

16.12.2022

*************************

(1): Doksanlı yılların birinde, 10 Ocak Tarım Bayramında, İzmir’de, Atatürk Kültür Merkezi’nde bir panel var. Panelde ZİMİD adına konuşmacılardan biri Doç.Dr.Mustafa Copcu ve özeleştiri (!) yaparak mavili sözleri söylüyor.

(2): 18.05.2002 / NTV Radyo “Halkın Sesi” programında Sedat Küçükay’la Hasan beyin konuşması ve dinleyicilerden gelen sorular; yirmi yıl sonra bile okunmaya değer. Kamu oyunda ilaç ve ilaçlı savaşım algısı değişti mi ? Bizim enstitü araştırıcıları ve karar vericileri olarak bakış açımızda neler değişti ?

23.12.2022: Prof.Dr.Cezmi Öncüer yazımın girişindeki videoda kullandığım fotoğrafla ilgili olarak WhatsApp Grubumuza şu mesajı gönderdi:

Bu fotoğraf, 13-16 Ekim 1987 tarihlerinde benim başkanlığımda gerçekleştirilen “Türkiye 1. Entomoloji Kongresi” sırasında düzenlediğimiz “Tarım İlaçları Firmaları Tanıtım Sergisi”nde, zamanın İzmir Valisi Vecdi Gönül ve Ege Üniversitesi Rektörü rahmetli Prof.Dr.Sermet Akgün’e açıklamalar yapılırken çekilmiştir. Çok geniş katılımlı Kogredeki bu sergi de geniş katılımlıydı ve Türkiye Entomoloji Derneğimize önemli bir gelir sağlamıştı”

ve bu içten paylaşım hocamdan bir yazı geleceği umudumu artırdı. Bunu beklerken ben de bir ekleme yapmak istiyorum:

  • Enstitüden istifa edip (01.05.1985) CINOS’un ilk evresi olan CG’e geçtiğimin ikinci yılıydı (1987). Standımızda ben durup ziayretçileri karşılamıştım. Standımızı da rahmetli ressam ustamız Sadettin Atlıhan tarafından hazırlanmıştı. Tekrar yazımın amacına döneyim: “1987 yılında pazara sunduğumuz Bağ Külleme Hastalığı ile ilaçlı savaşımda kısa sürede pazar lideri olan TPS ilacımızın biyolojik etkinlik denemelerini sevgili Dr.Mualla Arı (Erkan) yapmıştı. Ve ilaca ilaç gibi baksaydık, “Triazollerdeki Zorunlu Nöbet Değişimini” daha önce görebilirdik…

Kategoriler
Anılar ve Öyküler

“OM >OP”

“…Hata olamaz; ben deneme sonuçlarını OM ile değerlendirdim” (Enstitü; RID raporunu komiteye sunan araştırıcı; yetmişler)”;…Böyle bir şey olur mu Allah aşkına !” (OP > Antalya-Kumluca Turunçgil üreticisi isyan ediyordu; ikibinli yıllar)...”

Merhaba

Merak ediyorum;

  • Zirai Mücadele Araştırma Enstitüleri (ZMAE) bugün, tarım ilaçlarına ne kadar önem veriyorlar ?
  • Bundan kırk yıl önce Tarım ilaçlarının ruhsat ve kullanım izni amaçlı biyolojik etkinlik denemelerini (RID), ZMAE yapıyordu. O günlere oranla ZMAE bugün tarım ilaçlarına kendi araştırmalarında ne kadar yer veriyor ?
  • ZMAE nün tarım ilaçlarına verdikleri önem, Zirai Araştırma Enstitüleri (ZAE) nin tohuma verdikleri önem kadar olsaydı neler değişirdi ?

Yazıma aşağıdaki sorulardan sonra şimdilik devam etmeyeceğim.

  • OM nedir ?
  • OP nedir ?
  • ZMAE deki araştırıcı RID denemesindeki değerlendirme hatasını kabul etmeden sonuçlarını savunurken neden ve nasıl OM e sığınıyordu ?
  • RIDlerde hangi hataları yaptık ?
  • RIDlerden vaz geçmek yerine ne yapılabilirdi; yapılmalıydı ?

Borzemliler“den respons (görüş) bekliyorum.

Devam edecek…

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

8 Aralık 2022

Kategoriler
Anılar ve Öyküler

Anılar ve Öyküler

“…Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır…”

Dr.Emine Pervin Önder (1)

Teşekkürler

Yazıma, Enstitüde çalışan bir grup arkadaşımızla birlikte Derneğimizin kuruluşunda öncülük eden değerli müdürümüz Dr.Kâzım Türkoğlu‘nu saygı, şükran ve rahmetle anarak başlamak istiyorum.

Kuruluş tarihi 05.09.1990 olan “Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Mensupları (Borzemliler)” derneğinin 12 yıl süre ile başkanlık görevini yürüten rahmetli müdürümüz Kâzım Bey 2002 yılından itibaren dernek çalışmalarının başkanlığım altında yürütülmesini benden özellikle rica etmişti. Nitekim 4 dönem (2002-2004 ve 2008-2014) bu görevi severek yürüttüm.

Görevim sırasında en büyük arzum, derneğimizin bir web sayfasının oluşturulması idi. Maalesef gerçekleştiremedik. Bu arzumuzu şimdiki dernek başkanımız Doç.Dr.Mustafa Copcu arkadaşımız pratik zekası ve üstün becerisiyle halletti (borzemliler.org). Kendisine kocaman teşekkürler. Hele pandemi nedeniyle zorunlu olarak bir araya gelemediğimiz son yıllarda bizler için yeni bir iletişim kanalı sağlanmış oldu. Kendisine daha önemli bir teşekkürüm de 1985 yılında kurumumuzdan ayrılmasına karşın hep enstitülü olarak kalması nedeniyledir.

Enstitü > İstasyon > Enstitü

Öte yandan, çalışmalarımız sırasında beni ve meslektaşlarımızı derinden üzen konu enstitümüz isminin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yeniden yapılanma çalışmaları sonucunda 2011 yılında “Zirai Mücadele Araştırma İstasyonu” olarak değiştirilmesi olmuştur. Nitekim derneğimiz tarafından hazırlanan 1931 yılından itibaren bu kurumda çalışan tüm teknik elemanların fotoğraflı özgeçmişlerini içeren kitabımızın başlığında da “istasyon” sözcüğünü kullanmak zorunda kalmıştık. Çok şükür ki kurumumuz kitabın basılmasının hemen sonrasında, 2015 yılında “Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü-Bornova” adını alarak hak ettiği eski ismine yeniden kavuşmuş oldu.

Cemal Aksoy, Hans Bremer & Bodenheimer

Dernek olarak, enstitüdeki sosyal çalışmaları idarecilerimiz ve sosyal kolumuzda çalışan arkadaşlarımızla birlikte sorunsuz yürüttük. Katkılarıyla bize destek olan ve yüreklendiren tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürler. Kuruluş günü etkinliklerimiz, yaza ve kışa merhaba toplantılarımız hep renkli ve heyecanlı geçti.

Enstitümüzün 73 ncü kuruluş yıldönümü nedeniyle 16.02.2003 tarihinde gerçekleştiriğimiz etkinliğe kurumumuzun en yaşlı üyesi olan 93 yaşındaki Cemal Aksoy‘un, oğlu araştırmacı gazeteci yazar Yaşar Aksoy yardımıyla tekerlekli sandalye ile katılması bizleri hem onurlandırdı, hem de unutamadığımız anılarımız arasında yer aldı.

Dernek olarak zaman zaman bizi kıramayacaklarını düşündüğümüz bazı dostları konuşmacı olarak davet ettik.

Bornova’da “Ziraat Vekaleti İzmir Ziraat Mektebi“nden 1933 yılında mezun olduktan sonra kuruluşumuzun ilk uzman memuru olan Cemal Aksoy‘un 1998 yılındaki (yanlış hatırlamıyorsam) enstitünün kuruluş yılı ile ilgili anılarını bir öykü tadında anlatması hâlâ hafızalardadır. İkinci Dünya Savaşında Nazi Almanya’sından kaçan ünlü Fitopatolog Dr.Hans Bremer (2) ile birlikte bitki hastalıkları; ayrıca yine Alman Entomolog Bodenheimer (3) ile özellikle koşniller üzerinde çalışmalar yapan bu meslek büyüğümüzü bu vesileyle bir kez daha rahmetle anıyoruz.

Ziraat Fakültesinden sevgili arkadaşım Tülây Gökovalı‘nın eşi Prof.Dr.Şadan Gökovalı‘nın “Söylenceden Şiire” isimli konuşması (13 Şubat 2013) ve kendisinin de şairini aşan şiir olarak nitelediği “Agora Meyhanesi”nin şairi Dr.Onur Şenli ve E.Ü.Z.F.öğretim üyelerinden Prof.Dr.Ayhan Çıkın ikilisinin enstitümüz Coşkun Saydam Salonu‘nda düzenlenen, 21.10.2013 tarihindeki şiir dinletileri güzel anılar olarak hafızalarımızda kaldı. Artık aramızda olmayan bu değerli dostlarımızı rahmet ve saygı ile anıyorum.

Enstitümüz kurucusu Nihat Şevket İyriboz‘un meslektaşımız olan üyük oğlu Demir İyriboz ile enstitüye gelmeden önceki ilk atandığım kurum olan Bölge Zirai Mücadele Reisliği'(4) nde 16 ay birlikte çalışmıştık. Kendisi reis yardımcısı idi. Zaman zaman 15 Şubatlardaki kuruluş yıl dönümü toplantılarımıza katılan bu değerli büyüğümüz bir gün bana “Pervin hanım ben enstitünün kuruluş yıllarında çocuktum ama hatırladıklarımı sizlere anlatmak istiyorum” deyince sevinçten havalar uçtuğumu hatırlıyorum. Bu bağlamda 09.12.2009 günü için bir toplantı ayarladık. Kendisinin Ankara Ziraat Fakültesi’nden sınıf arkadaşları olan Kadriye Öngören (Sebze Zararlıları Lab.Şefi) ve Sevim Erakay (Ambar Zararlıları Lab.Şefi)ı da davet ettim.

Bundan sonra anlatacaklarımı Demir İyriboz‘dan dinleyelim:

Demir İyriboz (Çırağan Çocuğu)

“…Nihat İyriboz 1923 yılında, “Çırağan Sarayı”nda oluşturulan “İstanbul Ziraat Müzesi“nin kurucusu olur. Demir bey 1926 yılında Çırağan’da doğar. Nihat bey Türk tarım ürünlerinin sadece bu müzede sergilenmesiyle yetinmez. Atatürk‘ün emriyle hayata geçirilen “Karadeniz Vapuru Projesi”nde de yer alarak çeşitli ürünlerimizin Avrupa’da tanıtılmasını sağlar. Eski ismi “Gülcemal” olan sonra Karadeniz Vapuru adını alan bu gemi 12 Haziran 1926 tarihinde İstanbul’dan demir aldıktan sonra 12 ülkeden 16 Avrupa şehrini ziyaret eder ve gittiği her şehirde büyük bir ilgi ile karşılanır.

1926-1930 yılları arasında Nihat bey, Köln Tarımsal Araştırma Enstitüsü‘nde bitki koruma alanında ihtisas yapmakla görevlendirilir ve ailecek Almanya’ya gidilir. İhtisas bittikten sonra soğuk bir kış günü Bornova’ya dönerler. Hava o kadar soğuktur ki, beraberlerinde getirdikleri Almanca kitapların (halen enstitü kütüphanesinde mevcuttur) ambalaj kartonlarını yakarak ısınırlar. 15 Şubat 1931 tarihinde Nihat bey tarafından “Garbi Anadolu Haşarat ve Emraz Mücadele İstasyonu” adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin alanındaki ilk araştırma istasyonu kurulur.

1963 yılında İzmir (Bornova) Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü ismini alacak olan bu kuruluşun ilk aracı iki tekerlekli bisiklettir. Araştırıcılar bisikletleriyle çevre tarla ve bahçelerde çalışmalarını sürdürürler.

Türkiye’nin ilk zirai ilaç üretimi, burada yapılır. “Kütahya Tozu” ile kurumun bahçesinde yetiştirilen Pyretrum bitkisi karışımından elde edilen ve “Erkmen-Kü” adı verilen bir insektisit ambar zararlılarına karşı kullanılır. Böylece Türkiye’de ilk yerli insektisit üretimi yapılmış olur.”

Yine Demir beyin aktardığına göre … O zamanın Başbakanı İsmet İnönü, Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen, İzmir Valisi Kazım Dirik ve İzmir Belediye Başkanı Dr.Behçet Uz’un kurumu ziyaretlerinde Behçet Bey yetkililerden İzmir Fuarı’nda bir hayvanat bahçesi kurulmasını talep eder. Hayvanat bahçesinin önce enstitüde kurulması daha sonra fuara aktarılması na karar verilir ve daha sonra Sasalı’ya taşınan Fuar Hayvanat Bahçesi’nin temeli bu kurumda atılır. İlk hayvan Bornovalı bir iş insanı tarafından hediye edilen bir şempanzedir. Müteakiben başka çeşitli hayvanlar eklenir. Yılanlardan korkmayan ve onları eliyle tutabilen Nihat Bey bu türden de bazı hayvanları bahçeye katar. Daha sonraki yıllarda bunlar fuara aktarılmasına karar verilir.

Nihat Bey disiplinli olduğu kadar (5) elemanlarının konforunu da düşünen bir yönetici olarak arka bahçeye yaz günleri serinlemek isteyen elemanları için bir havuz yaptırır. Hatta yaz aylarında çalışanlarının kısa pantalon giymelerine izin verir. Enstitüye bir yaz günü üreticilerden birisi bilgi almak için gelip müdürü sorar. Nihat Bey “Buyrun, müdür benim” deyince, “kısa pantalonlu adamdan müdür olmaz” diyerek itiraz eder.

Cumartesi geceleri “şarap gecesi”dir. Lojman salonunda müzikli, danslı eğlenceler düzenlenir. Nihat Beyin eşi Ayşe Hanım Bornova Belediye Encümeni’nde görevlidir. Çoğunluğu bekar olan elemanlar için yemekhane kurulmasını sağlar. Ayrıca belediyeden taksitli arsalar temin ederek elemanlarının ev sahibi olmalarına ön ayak olur.

Birçok başarılı işlere imza attıktan sonra Nihat Bey, 1950 yılında Enstitüden ayrılır; 1950-54 yılları arasında Çanakkale milletvekilliği ve bir süre Tarım Bakanlığı yapar. (6)

31.08.1988 tarihinde aramızdan ayrılan, saygı, şükran ve rahmetle andığımız Nihat İyriboz için pekçok şey söylenip yazılabilir. Ancak bu yazıda söz konusu olan enstitünün kuruluş yıllarında çocuk yaşlarındaki Demir İyriboz‘un bizlere naklettiği anılardır.

Konuşmasının sonunda kendisine derneğimiz tarafından bir şükran plaketi takdim edildi.

Bugün aramızda olmayan, 01.03.2016 tarihinde kaybettiğimiz Demir İyriboz‘u 13 yıl önce bize aktardığı anılarıyla tekrar yaşatırken saygı, şükran ve rahmetle anıyorum. Aynı toplantıda Sevim Erakay ve Kadriye Öngören‘den de güzel anılar dinledik. Derneğimizce lendilerine takdim ettiğimiz çiçeklerle şükranlarımızı sunduk. Ne yazık ki, Sevim ablamız da artık aramızda değil. Kendisini 19.04.2009 tarihinde yıldızlara uğurladık. Bu vesileyle sevgili büyüğümüzü saygı, şükran ve rahmetle anıyor, Kadriye Öngören ablamıza da sağlıklı ömürler diliyorum.

Mensubu olmaktan her zaman büyük onur duyduğum bu kuruluşta 24 yıl araştırıcı, daha sonra da derneğimiz yöneticisi olarak büyük bir zevk ve heyecanla çalıştım. Arkadaşlarımızla büyük dostluklar kurarak güzel anılar biriktirdik.

Birlikte çalıştığım arkadaşlarıma, derneğimizin belirli sürelerde başkanlığını yürüten Dr.Yıldız Çiçek, Doç.Dr.Gönül Demir, Dr.Bilge Mısırlıoğlu ve yönetim kurulumuzda çalışan meslektaşlarıma, Enstitü müdürlerimize ve kademede katkı sağlayan herkese sonsuz teşekkürler. Bugün yazdıklarımızın geçmişten günümüze, daha sonra geleceğe uzanan yolda mesleğimiz ve Enstitümüz adına, ilgi ve heyecan duyan meslektaşlarımıza bir ışık olur umudunu taşiyarak saygılarımı sunuyorum.

Dr.Emine Pervin Önder

03.12.2022

********************

M.Copcu’nun eklediği açıklamalar:

(1): Pervin Önder : İzmir (Urla) 05.07.1943; İzmir Kız Lisesi; E.Ü.Z.F.1965; Reislikten Enstitüye (1966; Tarımsal savaşımın mutfağında ustalaşmak); Turunçgil-Aonidella-Doktora (1977); İngilizce ve Fransızca; DPT destekli Elma İçkurdu-Erken Uyarı; TÜBİTAK destekli incir ve turunçgil koşniller; AMS Kısırlaştırma; +Biyolojik Mücadele Şube Şefliği; Londra-British Museum (1973); E.Ü.Z.F.Bitki Koruma Bölümünde “Bitk,i Korumada Deneme Tekniği” dersini vermek; EKAD ve Borzemliler Dernekleri; rahmetli Prof.Dr.F.Önder’in eşi

(2) Hans Bremer (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/13236)
Hans Bremer, 15 Ekim 1891’de o tarihlerde Prusya’da, bugün güney
Polonya’da bulunan Leobschütz’de doğmuştur. Breslau ve Münih’te biyoloji, kimya ve fizik okuduktan sonra 1922’de Breslau Üniversitesi’nde zooloji konusunda doktorasını vermiştir. Aynı yıl, bitki koruma dalına yönelmiştir. 1924’te Ziraat ve Orman Devlet Biyoloji Kurumu’nda (Biologischen Reichsanstalt für Land- und Forstwirtschaft) çalışmaya başlamıştır. 1937’de Tarım Bakanlığı’nın daveti üzerine bitki hastalıkları uzmanı olarak Türkiye’ye gelmiş ve 1940’a kadar Bornova Zirai Mücadele Enstitüsü’nde, 1940-51 arasında da Ankara Zirai Mücadele Enstitüsü’nün Fitopatoloji Bölümü’nda çalışmıştır. Ülkemizde yaptığı çalışmalar içinde en kayda değer olanları Türkiye Fitopatolojisi adlı 3 ciltlik kitabı ile Türkiye’nin Parazit Mantarları Üzerinde İncelemeler isimli 6 kısımda toplanan yayınlarıdır. Ankara Zirai Mücadele Enstitüsü Fitopatoloji Bölümü’nün herbariumunu oluşturan çeşitli parazit mantarlara ait çok sayıdaki örneğin önemli bir kısmı onun tarafından tayin edilmiş veya Avrupa’nın yetkili kurumlarına onun aracılığı ile tayin ettirilmiştir. Yerli ve yabancı çeşitli dergilerde çıkan yazılarından da anlaşılabileceği gibi, Türkiye’nin birçok fitopatoloji problemi onun bilgisinin ışığı altında halledilmiştir. Bu çalışmalarına paralel olarak Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde öğretim görevi de üstlenmiştir. 1951 yılında, Federal Biyoloji Kurumu başkanının davetiyle Almanya’ya dönen Bremer, Türkiye’den ayrıldıktan sonra da Türkiye’deki mesai arkadaşlarıyla irtibatını kesmemiş, onların çalışmalarına yardımcı olmuş, ülkemizin fitopatolojik konularına olan ilgisi devam etmiştir. Hans Bremer’e, Almanya’nın Wiesbaden eyaletinde toplanan 35. Alman Bitki Koruma Kongresi’nde, 13 Ekim 1964 günü, bitki koruma alnındaki başarılı hizmetlerinin bir mükafatı olarak Otto Appel29F29 madalyası verilmiştir. Bremer, madalyayı aldıktan sonra, bir fitopatolog olarak Türkiye’de meslek hatıralarını anlattığı konuşmasını yaparken rahatsızlıklanarak vefat etmiştir
(5).

(3):F.S.Bodenheimer kimdir ? https://en.wikipedia.org/wiki/Friedrich_Simon_Bodenheimer

(4) : Bölge Zirai Mücadele Reisliği > Bölge Zirai Mücadele ve Karantina Başkanlığı (ki özellikle yıllık toplantıları doğruları bulma adına araştırmacı ve uygulamacı meslektaşlar arasında kıran kıran tartışmalı geçerdi.

(5): Nihat beyin disiplininden örnekler (MC): 1.Yaz sabahları enstitü kapısının önünde ayağında kısa panatlon, başında Panama şapka ve elinde bir değnekle dururmuş. Geç kalanlara elindeki değnekle vururmuş; 2.Şimdi müze olan tarihi binada çalışanların masaları duvara yapışık ve çalışanların yüzü duvara dönük olurmuş ve her birine hergün çalışacakları bir konu verirmiş; ve Pervin hanımın dediği gibi çalışanlarını ev sahibi yapmış. Bornova’nın en güzel caddesinin adı neden “Çiftçi Caddesi” idi bilir misiniz ?

(6) : Rivayet olunur ki rahmetli Nihat bey disiplin ve doğrulara olan inatçı bağlılığı ile Menderes Hükümetinde siyasetin ayak oyunlarına uyum sağlayamaz ve istifası istenir. Nihat bey istifa etmez. Nihat beyden kurtulmak için hükümet toptan istifa eder. Ya işte böyle bir “dimdik duran, adam adam gibi adamdı Nihat bey“, ben onu tanıdığım yıllarda bile…Mekanı cennet olsun.

Kategoriler
Uncategorized

“SITPlus23”

“…Başarılı satışçıya “Başarının sırrı nedir ?” diye sormuşlar. Başarılı satışçı “Müşterimle ilk defa karşılaştığımda bilerek küçük bir hata yaparım” demiş. Şaşırmışlar ve “Neden ?” diye sorduklarında “Müşteri hatasız satışçısıyı değil, hatasını görüp de düzeltme hız ve hevesi yüksek olan satışçıyı sever” demiş…”

Ben de bir hata görüp yazmaya başladım…

Zümreoğlu, A., A.K. Akman, 1968. Gamma Irradiation of the Mediterranean Fruit Fly, Ceraritis capitata wied. : Emergence, Longevity, Sterility and Sexual Competitiveness After Treatment in Air and Partial Nitrojen. Proceedings of an International Symposium on Modern Insect Control: Nuclear Techniques and Biotechnology (16-20 November 1987), Vienna, 293-298 (*)

Netin Kurucu Ortağı KC “Teknoloji Zirvesi / Fark Yaratan Şirketler Paneli” + S.Covey “Bir iz bırakmak / Hayat Kısa / 4L” > MC “Kendinizi sorgulayın”

Merhaba

Google’a “SIT”(**) yazıp aramak aklıma düştü her nedense ? Karşıma bir pdf sayfası çıktı. Sayfanın sonunda “Zümreoğlu ve Akman” isimlerini görünce odaklandım. Bir de “1968” tarihini gördüm. Meğerse bildiğimden daha eskiymiş SIT çalışmaları oldu algım. “Eski” sözcüğü pek yerine oturmadı; “eskimiş” gibi oldu. Daha doğrusu “benden önce” başlamış SIT çalışmaları diye düşündüm. Ben 1970 yılında Bornova ZMAEnstitüsü ile tanışmıştım ve yazımın girişinde görüldüğü gibi bildirinin yayım tarihi “1968“di… Meğer bu yargım da yanlışmış. Çünkü Özbek & Pande (1992) makalelerinin “Literatür Bildirişleri” bölümünde bildirinin yayım tarihi hatalı yazılmış (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/35261). Viyana’daki simpozyumda 1987 yılında sunulan bildiri yayınlanırken “1988” yerine, “1968” yazılmış. Ben de onlara inanıp “Wooow ! 1968 de SIT varmış ve bildiri olarak da sunulmuş sevgili Aydın bey ve rahmetli Kemal bey tarafından” diye düşündüm. Bildirinin içine baktığımda doğrusunun “Zümreoğlu & Akman, 1988) olduğunu gördüm. Bu hata ilgimi artırdı. Bir hatanın dürtüklemesiyle bu yazı neden oluştu ? Ya da ne yapmaya çalışıyorum ? Bence “yahudi züğürtleyince eski defterleri karıştırırmış” olmalı bu soruların yanıtı. Küçük bir yazım hatası ilgi alanımdan etki alanıma çıkardı “SIT” konusunu yeniden.

Bu dikkat artışının asıl nedeni de linkini verdiğim makalenin son paragrafındaki öneriler oldu. O paragrafı yazımın devamında aynen vereceğim. Bundan önce makalenin ilk yazarı olan Hikmet Özbek kimdir ? diye düşündüm ve Atatürk Üniversitesi Bitki Koruma Bölümü hocalarına bakınca seksenli yıllarda yakından tanıdığım iki rahmetli hocamla aynı listede olduğunu gördüm. Onbeş yıl önce (14.02.2007) kaybettiğimiz Prof.Dr.Hasan Şükrü Yüksel hocamın sevimli yüzü gözümün önüne geldi. Enstitümüzü sık sık ziyaret ederdi. Diğeri de rahmetli Prof.Dr.Zeki Özer (vefat 24.05.2010) hocam. Her iki hocama bir kez daha rahmet diliyor ve onları özlüyorum.

Prof.D.Zeki Özer (Vefat 24.05.2010)
Değerli hocamız Prof. Dr. Hasan Şükrü YÜKSEL'i kaybettik
Prof.Dr.Hasan Şükrü Yüksel (Vefat: 14.02.2007)

Sözünü ettiğim makale Hikmet hoca ve Yamuna D.Pande tarafından yayımlanmış. Belki Aydın bey bilir Yamuna Bey (veya Hanım) kimdir ? Her neyse; makalenin son paragrafı aynen şöyle ve beni “SITPlus“a yönlendiren “anahtar sözcükleri” kırmızılandırdım:

Kısır böcek tekniği (SIT) ve kısır böcek salma metodu (SIRM) birçok böcek türlerine karşı arazide başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak, bunun daha da yaygınlaştırılabilmesi ve tatbikata intikal edebilmesi için daha fazla çalışma ve araştırmalara ihtiyaç vardır. Belki de birçok türler için kısırlaştırıcılarla (sterilant) konvansiyonal insektisidlerin birlikte kullanılması bunların ayrı ayrı kullanılmalarından çok daha iyi sonuçlar verebilir. Böylece yetiştiricilerin bu yaklaşımı benimsemeleri daha da kolay olabilir. Özellikle zarar yapmış böceğin ilaçlamayı müteakip azaldığını (knock-down effect) hemen görmek isteyen yetiştiriciler için bu durum daha da önemli görülmektedir. Benzer uygulama burgulu yara sineğine karşı uygulanmaktadır, içerisinde insektisit, cezbedici madde ve sinek gıdası bulunan yemler palet halinde yaklaşık 2,5 km2 alana 1 kg isabet edecek şekilde böcek yoğunluğunun yüksek olduğu alanlara 2-4 hafta süreyle uçakla atılmaktadır (Özbek, 1990). Böylece sineklerin öldürülmesi ve populasyonun belirli düzeyin altına düşmesi sağlanmakta, bundan hemen sonra yapılan kısır böcek salımları daha etkili olmaktadır.

Ne dersiniz ? Sizce yeniden ateşlenen AMS/SIT Projesi ilaçlı savaşımla entegre olabilir mi ?

Olabilecek mi ? Bu konuda kurum içi ve kurumlar arası neler yapılması planlanıyor olabilir ? Olmalı. Çünkü SIT çalışmaları IPM (***) in bir parçası; bileşeni ve IPM, “ilaçsız savaşım” demek değil. Bu yönde bir bütünleşme sağlanırsa “4E” (****)” nitelikli kimyasallarla sinerjik ilişkiler yaratılabilir. Tüm yöntemleri, önlemleri, önem, öncelik ve uygunluklarına göre bütünleştirebilmek demek IPM…

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler. Her şey “niyet ve zihniyete” bağlı ve “niyetin safiyeti” önemli.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

************************************************************

Hikmet OZBEK - Faunal and taxonomic studies on some ...
Prof.Dr.Hikmet Özbek

(*): Hikmet ÖZBEK ve Yamuna D. PANDE, 1992. BÖCEKLERİN YÖNETİMİNDE CİNSEL KISIRLAŞTIRMA YÖNTEMİNİN KULLANILMASI Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi; 23(2):149-159

(**): SIT (Sterile Insect Technique / Kısır Böcek (Salma) Tekniği)

(***): IPM (Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi)

(****): 4E (Etkili + Ekonomik + Emin + Ekolojik)

New IPM paradigm
Pest management
Kategoriler
Uncategorized

“Kurumsal Akıl Arşivi”

“…Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz (S.Jobs). Ne kadar geriye bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz (W.Churchill). Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır (D.C.Deniz). Anıların gücü, dünden yarına bakarken bugünü etkili kılar. Öyküler akılda kalıcılığı artırır; çıpalama etkisi yaratır. Sözler uçar, yazılar baki kalır…”

Anahtar sözcükler: AMS, SIT, IPM, IRM, ICM, FST, SA-FVC, ECPA, CINOS, Les Barges, Sidney, Valencia, Kelebek Etkisi, Çıpalama Etkisi, Büyük Resim, Check-List,

Merhaba

Umutla beklerken blogta yeni bir isim, yeni bir yazı ve bir öykü, Enstitüm araştırıcılarının Sidney’den görüntüleri düştü Facebook’ta önüme. Anılarım depreşti. Yaşadığım benzerlikleri dürtükledi. Belki birilerinde de bir heves oluşur diye klavyeye tıklamaya başladım. Yeni bir şey mi yazacağım ? Pek değil. Hani bir söz var ya, “ayının bildiği kırk türkü, kırkı da bal üstüne“. Benim yazacaklarımda da pek fazla yeni bir şey olmayacak. Güncelin kenarından kıyısından, kendi blogumda (www.copcu.com) yazdıklarımdan daha sınırlı, suya sabuna dokunmadan Les Barges (İsviçre-Ekim 1986) dan Sidney (Avustralya- Kasım 2022) e otuz altı yıldan azıcık öykümsü kelam etmeye çalışacağım.

İnanıyorum ki; çok daha güzel, çok daha bilgi ve deneyim aktarıcı, çok daha fazla keyif verici anılar, öyküler, sevgili Nafiz (Delen) ve Cezmi (Öncüer) hocalarımdan, sevgili Necdet (Öngen) den ve Pervin (Önder) hanımdan gelecektir. Biraz gayret, biraz heves… Un ve şeker var, helvayı yapacak usta çok. Umut bağladığım bir diğer dost da Prof.Dr.Ahmet Altındişli. Neden mi ? Çünkü rahmetli Atıf Atilla hocamın anılarını derleme, kayda alma görevi gibi bir misyonu üstlendiğini biliyorum. O halde ! Bekliyorum. Belki de ben fazla sabırsızım. Doğrudur; gerçekten ben sabırsızım. Hele hele bugünlerde, seksene az kala, yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken beklemek pek kolay değil. Zaman gelip geçiyor, dur demek kolay değil. Bugün varız, yarın yoğuz…

Neler oluyor hayatta !

Geçen gecenin ilerleyen bir saatinde WhatsApp’dan bir mesaj aldım. Uzak diyarlarda yaşadıkları keyifli günlerin hazzı, bugünlere taşıyan ilk adımlara duyulan saygılı teşekkür ve gelecek günlerin umutları vardı o mesajın içten sözcüklerinde.

“…Bu projeden toplamda altı arkadaşımız eğitim alacak en kısa süresi bir ay olmak üzere farklı ülkelerde, ikişer üçer aylık daha eğitimlere gidecekler. Laboratuvardan Aydın Bey ve diger büyüklerimiz bu çalışmalar için çok uğraştılar gerçekten. Karşı çıkanlar da oldu. Biz projemizi beş yıl önce sunarken, bunları aşmak kolay olmadı. Ülkem için çok önemli olan bu çalışmanın şu anda sizlerin de desteğiyle güzel bir noktaya gelmesi bizi çok mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor. Ayrıca karşı çıkan insanların da fikrinin değişmiş olması çok önemli; çünkü onlar da kendi bölgelerine sıranın ne zaman geleceğini soruyorlar😊. Ümran hanım da bu projeden yakın zaman önce yine Atom Enerjisi Merkezinde Viyana da dokuz ay bu eğitimi alıp geldi. Onların bu bilgileri bizi daha da güçlü kılıyor. Umarım çok iyi şekilde bu projeyi tamamlayıp daha büyük bir tesis için devletimizin ve sivil toplum kuruluşlarının desteğini alacağımızi ümit ediyorum. Saygılarımla…”

Bu sözcüklere bakınca ben; doksanlı yıllarda sevgili Aydın (Zümreoğlu) beyin inançlı gayretleriyle Hawaii’den Japonya’ya uzanan ve engelleri aşmanın keyfi ile öykülenen SIT (Sterile Insect Technique / Kısır Böcek Salma Tekniği) çalışmalarına daha büyük bir hedefle “Sil baştan başlamak gerek bazen…” diyerek geçen hafta Sidney’de “Başlama Vuruşu” ile cümle aleme ilan ettiklerini düşünüyorum. Ve tekrar ifade etmek istiyorum ki, sevgili müdürümüzden (Dr.TT) “dün (deneyim), bugün (eylem) ve yarın (hayal > hedef)” üçlemesiyle öykü tadında mesajlar bekliyorum. Umutluyum ve umudumu koruyorum.

Peki SIT hangi “büyük resmin” önemli, bütünleyici bir parçası ?

“Büyük Resim”de ne var ?

Google’a “copcu manifesto” yazarsanız 9 Aralık 2012 de blogumda yazdığım “Yaşam Büfesinde Bütünleşik Güçler” isimli yazıma erişirsiniz (https://www.copcu.com/2012/12/09/yasam-bufesinde-butunlesik-gucler/). On yıl önceki o yazımda Dr.Atul Gawande‘nin “Check-List Manifesto” isimli kitabındaki temel mesajları anılarımla güncellemeye çalışmıştım. On yıl önce sektörümdeki danışmanlıklarımı “low-profile / azaltılmış ilişkilerle” yürütürken “dibine ışık veren mum olabilmek” için bilişim sektörüne yönelmiştim (Net&Net). Dr.Gawande‘nin kitabındaki dikkat çektiği “Çek Listin Önemi“ni rahmetli müdürümüz Dr.N.İyriboz‘un Zeytin Zararlıları Laboratuvarı araştırıcılarına (Rahmetli Reşat Aysu, Hasan Ercan, rahmetli Metin Kaya ve Metin Çakıcı) bizzat yaşatarak öykülendirildiğini bana yaşıt ve benden önceki emekli üyelerimizin gülümsemeyle anımsayacaklarına eminim (Bornova’dan Alsancak’a sırtta ilaç çuvalı ile yayan gitmek). Neden bu anı ve ne demeye çalışıyorum ? Bunun dolaylı yanıtını Aydın beyin yazısında “Platin yerine bakır” kullanıldığı için kabul edilmeyen ve bir yıl daha tekrarı istenip de maliyet açısından (ya da özel sektör işbirliğinde “sabır sınavının sınırları”) karşılanamadığı için yitirilen fırsata ve yazık olan emeklere bakarak bulmak olanaklı.

Malcolm Gladwell‘in Dr.Gawande‘nin kitabını değerlendiren yazısında şu cümle gerçekten çok anlamlı ve önemli: (http://gawande.com/the-checklist-manifesto). Birkaç başlangıç satırı konunun ve yazının ana mesajını yansıtmaya yetiyor.

“…Gawande begins by making a distinction between errors of ignorance (mistakes we make because we don’t know enough), and errors of ineptitude (mistakes we made because we don’t make proper use of what we know)…”

Bilgi yetersizliği vs Beceri eksikliği” ve işte bunu önemli gördükleri için, bilgi ve beceriyi geliştirmek için, bugün otorite altı arkadaşımızı 1-3 aylık öğrenme ve ustalık yolculuklarına çıkarmayı hedeflemiş işin başında. Yolları açık ve aydınlık olsun.

Hepimizin net olarak gördüğü gibi “SIT: Kısır Böcek Salma Tekniği”, IPM (Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi) nin bir parçası, bir komponenti, bir bileşeni… Peki ya IPM neyin parçası ? Büyük resimde ne var ?

SIT > IPM > … ?

Yaşıtım, derneğimiz üyesi, emekli arkadaşlarımın çok iyi hatırlayacağı bir diğer konu da Enstitümde büyük projelerin “çalışma planlarını” teklif ederken “konunun ele alınma nedenleri” başlığı altında “…beş yıllık kalkınma planına katkı” gibi bir değerlendirme yapardık. Bundan amacımız “Cost/Benefit” ya da Türkçesiyle “Maliyet/Fayda” dengesiyle “atılan taş ve ürkütülen kuş” yargılarımızla hem çalışmanın önemini hem de inanç ve hevesimizi ortaya koyardık. Şimdi de yapılıyor mu ? Bilmiyorum.

Bunu hem Aydın beyin doksanlı yıllardaki projesinde hem de bugün Valencia’dan Sidney’e uzanan yollarda yeniden canlandırılan “AMS (Akdeniz Meyvesineği)/SIT” çalışmalarında da görüyoruz kuşkusuz. Yine de “Büyük Resim” adına IPM‘in bileşenlerinden biri olan “SIT“in “Nihai Hedefine” değinmek istiyorum. Bunun için filmi biraz geriye sarıp özümün deneyimlerine döneyim.

Nihai hedef “FVC-SA“: “Food Value Chain-Sustainable Agriculture (Gıda Değer Zinciri-Sürdürülebilir Tarım)dır. “Büyük Resim“deki bu amaca odaklanıldığında “Üretimden Tüketime” tarımın tüm aktörlerinin katılımları ve katkıları netleşecektir. Böylece Sidney fotoğraflarından birinde görüldüğü gibi hem “Kısır Böcek Üretim Tesisi” kurmak, hem de ürünün (SIT) salımında denetlenebilir gerçek uygulama sürdürülebilir olacaktır. Ne var ki; küçük adımların hangi büyük sonuçları doğuracağını eylem halindeyken bilmek, anlamak ve değerlendirmek her zaman pek olanaklı olmuyor. Sebeple sonuç arasındaki ilişki özellikle zaman ve mekanda buluşmadığında bu bilinmezlikler daha da artıyor. İşte buna “Kelebek Etkisi” deniyor.

Hangi “Kelebek Etkilerini” yaşadım ?

Ani bir kararla özel sektöre (Ciba-Teknik Danışman) geçtiğimin ikinci yılında İsviçre’de Les Barges (Montey) Deneme ve Uygulama Çiftliği’nde iki haftalık bir öğrenme yolculuğuna çıktım: Aplikasyon Teknikleri. Bu “Ustalık Yolculuğunu” 1986 yılında salt “Uygulamaların İyileştirilmesi” olarak görmüştüm. Öğretilenlerden “Ortalama (Average)” yerine “Ortanca (Median)“ın önemini anlamıştım. Google’da “copcu ortanca” diye arama yaparsanız ilk sırada karşınıza 26.01.2018 deki yazım çıkar. O yazımda sözünü ettiğim Les Barges anılarımın uzantılı detaylarını da görebilirsiniz (https://www.copcu.com/2018/01/26/yasam-bufesinde-ortanca/).

Aradan altı yıl geçti ve bu kez de kendimi ardışık iki yılda yeni bir ustalık yolculuğu içinde buldum. İlki 1993 yılında İspanya’nın Alicante şehrinde, 1994 yılında Macaristan’ın Budapeşte’sindeki beraberliğin adı “Avrupa Meyve, Bağ ve Zeytin IPM Çalıştayı” idi. Sekiz yıl önce (1985) “Entegre Ürün Yönetimi (ICM)” olarak başlayan toplantılar doksanlı yıllarla birlikte IPM‘e odaklanmıştı. İlk yılında sahneye çıktığımda (1993/Alicante) benim için IPM’den söz etmek kolaydı. Çünkü sorumluluk alanım teknikti ve IPM’in olası satışı kısıtlama kuşkularıyla satışın karşı çıkışlarını görmezden gelebiliyordum. Ertesi yıl katıldığımda rol ve sorumluluğum değişmişti: Bölgesel Satış Müdürü olmuştum. Bu nedenle Budapeşte’de IPM toplansına katıldığımda (Mart 1994) aklım ülkemdeydi ve 4 Nisan kararlarıyla zıplayan dövizin, yüzde binlere varan gecelik repo fazileri nedeniyle borçlarını ödemeyen müşterilerle (kamu kuruluşları dahil) cebelleşmenin stresi içindeydim. Bu nedenle Budapeşte’de zona olmuş ve yurda sedye ile dönmüştüm. O iki yılda IPM çerçeveli çalıştayları sadece IPM öğretisi olarak görmüştüm. Bu öğrenmenin ne tür bir “Kelebek Etkisi” yaratacağını görememiştim.

Daha sonra İsviçre Commugny‘deki IRM (Insecticide Resistance Management / Dayanıklılık Yönetimi), Portekiz Lizbon‘daki “ECPA (Avrupa Ülkeleri Bitki Koruma Birliği) Toplantısı” ile üçüncü parça da yerine oturuyordu: Emniyet (Safety). Ne var ki, benim için bu üç parça (Aplikasyon Teknikleri, IPM ve Emniyet) hala bir potada buluşmamıştı. Ne zamana kadar ?

Cibalı Dr.Vorley > X.Ledru : SFP-FST Nasıl gelişti ? Neler sağladı ?

İster SIT-2022 olsun, isterse FST-1995 bu tür eylemlerde iki kritik adım var. İlki “kavramları uygulamaya koymak“, ikincisi uygulamaya hız kazandırmak”. Google “vorley fst” sözcüklerini yazarsanız, ilk sırada bir yazıma ulaşırsınız (https://www.copcu.com/2013/02/17/yasam-bufesinde-keyif-ve-gurur/). İkinci sırada “FST Kavramının Babası” olan Cibalı Dr.W.Vorley’in 2004 yılında yazdığı bir makalenin pdf sayfasına erişirsiniz (Reconciling shareholders, stakeholders, and managers: Experiencing the Ciba-Geigy Vision for Sustainable Development). Üçüncü sırada da karşınıza derneğimizin blogunda 11.03.2022 de yazdığım “+IPM+” yazım karşınıza çıkar (https://borzem.copcu.com/ipm/).

Uzun lafın kısası; bugün (Turanlı et all; SIT-Sidney), dünden (Zümreoğlu et all; SIT-Japonya+) güç alarak yarınlara (SIT-Menderes+) uzanıyor. Geçmişe bakarak geleceğe uzanan noktaları birleştirme gücü artıyor. Küçük adımlarla büyük sonuçlara ulaşırken bize öykülerinizi anlatın; bize yazın. Çabalarınız, eylemleriniz, deneyimleriniz, bilgi ve beceriyle algılarınız, yargılarınız ve katkılarınız sözcüklerdeki sesinizle “Kurumsal Akıl Arşivimizde” yerini alsın. Sizden sonrakiler sıfır noktasından değil, bir adım ileriden başlasın. Unutmayın ki, sözler uçar yazılar baki kalır. Umutlarımı koruyarak bekliyorum. Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

www.copcu.com