Kategoriler
Uncategorized

6968 > …

“Yapı (6968) > Sistem (10195 ve 657) > İnsan (1402)…; İnsanlar ve şirketler birbirine benzer; hemen hepsi “NE” yaptıklarını bilir (sanmıyorum), pek çoğu “NASIL” yaptığını bilir (pek çoğu mu? emin değilim) ve pek azı NEDEN” yaptığını bilir (bence de pek azı)…”

Tarladan laboratuvara uzanan veriden bilgi ile sahraya inen Bilgelik; Bilgelik Piramidi ve 6968 in çerçevelendirdiği “Yapı > Sistem > İnsan”

Merhaba

Yazıma dostum Prof.Dr.Nafiz Delen‘in WhatsApp Grubumuzda önceki yazım için paylaştığım tanıtıcı görseline verdiği aşağıdaki geribildirimle başlıyorum:

Sevgili Mustafa, unuttuğumuz eski günleri hatırlattın, çok teşekkürler. O toplantıda Türkiye Fitopatoloji Derneği adına, rahmetli Kazım Beye kutlama plaketi takdim etmiştik. Güzel bir hatıra. Sevgilerimizle,

ve umut ediyorum ki katılımcı geribildirimler sürecektir. Özellikle çalışmakta olan, aktif, bitki korumacı meslektaşlarımıza bir mesaj verecek, yapacakları girişimler için yardımcı olacak, yaşanmış “üniversite/sektör işbirliği” çalışmalarının öyküleri gelecektir emekli hocalarımdan: Umutluyum ve bekliyorum.

Beyaz Kitaplı 6968

Biz, bitki korumacı ziraatçıları gerçekten de kıskanırdı, diğer kamu kuruluşlarında çalışan ziraatçılar. Çünkü bizim özel bir yasamız vardı. Çünkü bölgesel araştırma kuruluşlarımızı, enstitülerimizi kuşatan “Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Başkanlıkları” vardı. Yetmişli ve seksenli yılları başkanları olarak “K**çık Mustafa“, “Şimşekcan Abdullah“, Enstitü çalışanlarımızdan rahmetli Ayla hanımın eşi “Fehmi Teoman” ve karantina müdürü olarak da “Süslü Sebahattin” ilk aklıma gelenler.

Yasanın yapılandırdığı, illerdeki “Bitki Koruma ve Karantina Müdürlükleri” ve hatta kimi köylerdeki “Zirai Mücadele Grup Şeflikleri” ile her yıl tarladan laboratuvara aktarılan “veriler (data)” işlenerek , laboratuvardan tarlaya “bilgi (knowledge)” olarak aktarılır ve deneyimlerle “Bilgelik (wisdom) Piramidi“ne ulaşırdık. Veri‘den Bilgelik‘e uzanan sürece ait deneyimlerimle (CINOS Projeler Demetindeki kronolojik gelişmeler) bay Harari‘nin 2018 de Davos Zirvesi‘nde yaptığı konuşmadan kimi pasajları içeren slaytlarımı videoya çevirerek yazıma ekledim.

Çünkü bizi biz yapan, yapılarımızdaki “kararlılığı (D!:Determination)”; sistemlerimizdeki “disiplini (D2:Discipline)” ve çalışanlarımızdaki “adanmışlığı (D3:Dedication)” diğerlerinde göremezdiniz. Bu “3D” benim “Başarı Formülümün” temel taşıdır. Daha önce blogumda açıkladığım gibi (https://www.copcu.com/2010/04/25/yasam-bufesinde-3dx2p4h10s/)

“3D /Three Dimensions of Success: Başarının Üç Boyutu”

D1 (Determination/Kararlılık) : Kurum ya da birey kararlı olacak. Kararlılığını varmak istediği hedefi SMART‘ik kılarak gösterecek. Bu hedefi yazarak ve paylaşarak taahhüt haline getirecek. Yoksa önce oku atıp sonra gidip okun saplandığı yere bir yuvarlak çizip de oraya “12” yazmayacak. Böylece kararlılığı ile MASlaşmayı gösterecek. 

D2(Discipline/Disiplin): Kurum ya da birey kararlılıkla varmak istediği, taahhüt haline getirdiği eylemi için bir sistem ortaya koyacak. Süreci saptayacak. Yolunu çizecek. Milton’un Beygiri gibi kimi zaman yoldan küçük sapmalar olduğunda doğru yolu bulmasında yardımcı olabilecek başarı yandaşları olacak. 

D3(Dedication/Adanmışlık): Birey inancını gösterecek inancını eyleme dökecek. Adanmışlığı daha çok askerlik ve dini cemaatlerde görebilirsek de burada başarı için çok önemli…”

Alıntıları bir yana bırakıp tekrar konuya döneyim.

Bizi gerçekten kıskanıyorlardı (bugün Almanya’nın bizi kıskanması gibi değil); Çünkü bizim “6968 Sayılı Yasamız” ve bunun uygulamasında sözü geçen yönetmelikleri enstitülerimizde etkili kılan, rahmetli Dr.K.Türkoğlu‘nun kazandırdığı “Beyaz Kitap”ımız vardı.

Buna rağmen, yönetmeliklerin arkasına dolanmak için merdivenleri hızla çıkan rahmetli Alpaslan Beşikçioğlu bey nasıl bir derde bulaştığının farkında değil miydi ? Enstitüden beklediği izni alamadı. Bakanlıktan işi kotardı ve aşılı (topraklı !) asma fidanlarını karantina kurallarını aşarak yurt dışından getirtip bağını kurdu. Çok geçmedi virüs hastalıkları ile başı derde girdi. Daha sonrasında neler oldu ? Bugün LA’nın mükemmel tesisi (https://lawines.com.tr/restaurant.html) nasıl oluştu ?

Bu konuda yazacağım anı ve öykü, kuşkusuz duygusal ve kişisel etkiler altında kalacaktır. Bunu peşinen kabul ediyorum ve Prof.Dr.Ahmet Altındişli‘den gelecek her tür geribildirime hazırım. Gerekli düzeltmeleri yaparım.

Rahmetli Alpaslan Beşikçioğlu neden enstitü basamaklarını koşarak çıkıp müdürün odasına giriyordu ? Alpaslan beyin adını daha sonra “Simplot Projesi” ve patates konusunda duydum; özel sektöre geçtiğim ilk yılımda. Aynı yıl içinde Bağda Külleme ile ilaçlı savaşım konusunda büyük üreticilerin beklentilerini öğrenmek için Torbalı’daki bağında rahmetli Atıf Atilla ile buluştum. Çok geçmedi Türkiye Fitopatoloji Derneği (TFD) mizin düzenlediği simpozyumun gezisini Efes/Kuşadası‘na doğru yaparken tüm katılımcılarla Alpaslan beyin modern bağlarını gezmiştik. Şahin tepesi gibi yönetim ofisinden ikibin dekarlık bağı kuş bakışı gözlemiştim. Yıllar önce (37 yıl geçmiş aradan) bağında kullanılan ATM’lere hayran kalmıştım. Ve yaptırdığı bir dizi sayfiye evi güzelliğindeki evlerin anahtarlıklarına birer altın takarak çalışanlarına vermesini takdirle izlemiştim. Nereden nereye kaderin cilvesi mi yoksa yapılan hatalar mı ? Google’a “Alpaslan Beşikçioğlu Torbalı Bağları” diye yazınca yedinci sırada 2021 yılında yazdığım bir yazı çıktı önüme. Bu yazıda da değinmiştim Alpaslan beyin seçimlerine ; o yazıdan bir pasaj vereyim (https://www.copcu.com/2021/10/01/yasam-bufesinde-dogru-secimler/)

Şahin Tepesi” gibi camlı kulede rahmetli Atıf Attila ile oturup çayımızı içiyorduk. Önümüzde uzanan ikibin dekarlık bağın güzelliklerine bakıyordum (Nisan 1986). Sohbet konusu neydi ? Arayışım neydi ? Rahmetli Atıf beyi tanıyanlar çok iyi bilirler. Atıf hoca radyoda sabahları tarım programı yapan bilgili ve bilgili olduğu kadar deneyimli bir meslektaşımdır. Bizden önceki kuşaktandır. Amerika deneyimlidir. Stajda yer ölçme (arazi tesviye) pratiklerinde eğitmenimiz olmuştur. Manisa merkezli Gediz Planlama çalışmalarında yer almıştır. Enstitü yıllarımda rahmetli Niyazi Hoca (Prof.Dr.N.Lodos) ile birlikte enstitüye çay saatinde gelirdi. Sanırım Meyve Hastalıkları Lab.Şefi Sadık Bilgir’in de sınıf arkadaşıydı. Davudi gür sesiyle, iki metreye yakın heybetli duruşuyla, bilgi ve becerisiyle unutulmaz, iz bırakan, farklı ve faydalı bir meslektaşımızdı Tek eksiği yazmayı sevmiyor oluşuydu. Anıları ve bilgileri beraberinde mezara gitmesin diye sevgili Ahmet (Prof.Dr.AhmetAltındişli) konuşmalarını kayda almayı kendine görev edinmişti. Sonuç ? Bilmiyorum.

Rahmetli Beşikçioğlu’nun şimdi adı kaldı yâdigar (Bostanlı-Beşikçioğlu Camii). Rahmetli Özal’ın dünürüydü. Siyasal destekle mi yükselmişti ? Sanmıyorum. Başı sıkıştığında dünürlük etkisini kullanmış olabilirse de ben, onun tepetaklak giden girişimcilik sürecindeki bir eksikliğe değinmek istiyorum. Bunu bir kıyaslama ile yapmak ve aynı zamanda “Kelebek Etkisi” ile de açıklamak istiyorum. Google’a “copcu kelebek etkisi” yazınca ilk sırada birkaç yazım çıksa da bunlardan “damdaki adam” başlıklı olanı (https://www.copcu.com/2009/01/09/yasam-bufesinde-damdaki-adam/) enstitü anılarımla da ilintilidir. O yazımın girişi ve ilk cümleleri şöyle:

“…Yaklaşık kırk yıl önce Enstitüde bir Şeref abimiz vardı. Görevi basitti; sınırları belliydi. Sorumluluğu ambar-ayniyat işleriydi. Depoya giren ve çıkan malların hesabını tutardı. Rahatlık zonu genişti. Ancak Şeref abi her konuda yardımcımızdı. Traktör mü bozuldu; tamir ederdi. Denemeler için işaret tahtaları mı gerekli; keser hazırlardı. Tarla mı sürülecek; sürerdi. Her işe koşardı. Ve bilir misiniz, lâkabı neydi ? “Bok Yedi Başı (BYB)”…”

Merhaba

Sizin kurumunuzun BYB sı kim ? Siz kendinizi ne kadar BYB olarak görüyorsunuz ? Gönüllü olarak BYB olmak ister misiniz ? Değer mi ?…”

Ve kıyaslamam; rahmetli Alpaslan bey neden battı ? Benim bakış açıma göre “Kurmaylara önem vermedi; her işi kendisi yapmaya kalktı…” Bu yargıya varırken yanıtın bu kadar basit olmadığını biliyorum. Ancak, dikkat çekmek istediğim bu davranışın sebepler bütününün bir parçası olduğuna inanıyorum. Kıyaslamama gelince:

Adana ZMAEnstitüsü‘nden emekli olan Virüs Lab.Ş.Dr.Nedim Tekinel, Adana’da Koza Oteli‘ne müdür olmuştu (Not: Umarım Nedim beyin soyadını doğru anımsıyorum; hatalıysa peşinen özür dilerim). Adana’ya “Çalışma Grubu Toplantısı” ya da “TFD Kongresi“ne bildiri sunmak için gittiğimizde laboratuvar şefim rahmetli Dr.C.Saydam‘la birlikte kendisini ziyaret eder, bir kahvesini içerdik. O sırada “Koza Oteli“nin sadece rahmetli Sabancı’nn kurmaylarına ayrılmış olduğunu görürdük.

Sözün özü; enstitünün merdivenlerini hızla çıkıp, 6968 sayılı yasanın ilgili yönetmeliklerine uymayan üretim materyalini, gümrükten sokabilmek için müdürün odasına birkaç kez giren rahmetli Beşikçioğlu’nun rahmetli Sabancı gibi kimi işleri uzman kurmaylarına yaptırıyor olsaydı daha sonra virüs hastalıkları nedeniyle bağlarını sökme derecesine varan sıkıntıyı yaşar mıydı ? Tekrar ediyorum; Prof.Dr.A.Altındişli‘nin katkılarını (ekleme, çıkarma, düzeltme,vb) bekliyorum. Ve umutluyum.

Peki ya 10195 ve diğerleri…! Onlar da bir sonraki yazımda.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

Çeşme / 03.10.2022

Kategoriler
Uncategorized

6968 > 10195 > 657 > 1402

“Merdivenleri aşındırıan rahmetli Beşikçioğlu vs Koza’da rahmetli Sabancı’nın kurmayları…; Her ayın son haftasında rahmetli Saydam’dan alınan 50 lira borç ve tatlılar Coşkun beyden…; Yandan yandan dokuzuncu kademede umutla bekleme yılları…; Savunmada Tayyar, Nihat, Veli ve mantarlı Tarık ve Mustafa’ya uyarı…

Enstitü anılarıyla yasaların evrimi ve aşılamayan farklılıklar; Üçün güzelliği ve insan insan (https://www.youtube.com/watch?v=zlBCnv5s4D8)

Merhaba

Bildiğiniz gibi, konuları daha kişisel olan öyküleri kendi blogumda (www.copcu.com) yazıyorum. Derneğimizin web sayfasındaki blog yazıları da genellikle ve ne yazık ki bugüne dek benim yazılarımla şekillendi. Bunu aşmak istiyorum. Zorluyorum. Bu yolda yazılarımıza renk katan, farklı bakış açıları sunan, tam bitti derken “devam” kararı ile onca yılın emeğinin heba oluşuna üzülen Dr.Aydın Zümreoğlu‘nun “Dostum (!) AMS” başlıklı yazısı için bir kez daha teşekkür ediyorum. WhatsApp Grubumuzda aktif iletişim içinde oldukları için başta Nafiz ve Cezmi Hocam olmak üzere tüm arkadaşlarımın yazılarını bekliyorum. Ve umudumu koruyorum.

Yazımın başlığında dört rakam grubu var. Bilenler biliyor bunların ne olduğunu. Renkli giriş paragrafındaki yarım kalmış cümleler ise bu rakamlarla ilintili benim anılarım. Yazımı yazmadan önce bu kadar bilgilendirmeyi yeterli görüyorum ve bu konuda yetmişli ve seksenli yılları Enstitüde geçirmiş olan arkdaşlarımdan katkı bekliyorum. Umutluyum; umudumu koruyorum. Alacağım geribildirimlere göre yazıma devam edeceğim.

Hoşçakalın.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

Çeşme / 02.10.2022

ve bir gün sonra dostum Nafiz hocadan kısa bir mesaj geldi:

“Sevgili Mustafa, unuttuğumuz eski günleri hatırlattın, çok teşekkürler. O toplantıda Türkiye Fitopatoloji Derneği adına, rahmetli Kazım Beye kutlama plaketi takdim etmiştik. Güzel bir hatıra. Sevgilerimizle”

Teşekkürler Nafiz Hocam ve “kısa günün kârı az olur” diye düşünüp yazıma aynı başlıkla ve detaylandırılmış içerikle devam ediyorum. Haydi bana kolay gelsin.

Çeşme / 03.10.2022

Kategoriler
Uncategorized

Bereketli Laboratuvar

“…Kaderin insanlara bir lütfu da, namuslu işlerin aynı zamanda en faydalı işler olmasıdır ( dedit hoc providentia hominibus munus, ut honesta magis juvarent)…”

Enstitü Yıllarım (1970/85); Kutlamalardan Kareler ve Firmacı Konuklar; Hey Gidi günler hey !; Öyle bir geçer zaman ki, hasreti … !

Merhaba

Yazımın girişindeki mavili kısım Montaigne‘nin “Denemeler“inden bir alıntıdır ve umarım ki yazımın içinde neden bu alıntı sorusuna kendiliğinden bir yanıt oluşur.

Anıların dürtüsüyle yazıma bir ara “Cabbar Kızlar” başlığı atmak istedim. Sonra vazgeçtim. Ancak bu iki sözcükten söz etme isteğim, körelmedi. Sanırım daha bağımsız ve bağlantısız olarak kendi blogumda detaylarıyla yazacağım (www.copcu.com). Belleğimde “Cabbar Kızlar” diye bir arama yaptığımda ikisi sağ, ikisi rahmetli, hepsi meslektaşım dört hanım çıktı zihnimden klavyeye. İsimleri alfabetik sırayla Jale, Mine, Nurgül ve Suna. Üçü ZMAEnstitü kökenli. Nurgül hanımı tanır mısınız; bilmem. Belki Nafiz hocam hatırlar. Kendisi seksenli ve doksanlı yıllarda Ödemiş ve çevresinde at üstünde dört bir yana koşturan sözleşmeli korşinon (turşuluk hıyar) yetiştiren “Cabbar” bir ziraat mühendisiydi. Şimdilerde ABD’de. Ne günlerdi ama ! Kornişon konusu, tarımsal savaşım açısından benim de müdahil olduğum (katıldığım) apayrı bir öyküdür.

Biraz önce Dr.Pervin Önder‘le konuştum telefonda uzun uzun. Sohbetimiz Dr.Aydın Zümreoğlu‘nun Akdeniz Meyvesineği konusundaki yazısı ve yazının tetiklediği anıların keyfiyle renklendi. Daha sonra güncele döndü konuşmamız. Enstitü müdürümüz Dr.Tevfik Turanlı‘nın çağrısıyla genç meslektaşlarıyla yaptığı görüşmeden duyduğu haz ile Pervin hanımın bir özlemi ortaya çıktı: Çalışmakta olan genç meslektaşlarımızın yurt dışına da taşan başarılarının güncel öyküleri blogumuzda yer alsın. Belki bu isteği gerçekleştirmede bir parça katkım olur diye hemen Dr.Turanlı‘yı aradım. Önümüzdeki haftalarda geç kalmadan bir buluşma gerçekleştirmeye karar verdik.

Beklenti ve Umut

Yinelediğim iki sözcük var: Bekliyorum; umutluyum. Beklentim ve umudum hem Prof.Dr.Cezmi Öncüer ve Prof.Dr.Nafiz Delen gibi emekli olmuş, duayen, bitki korumacı hocalarımın anı ve öyküleri ve hem de çalışmakta olan genç meslektaşlarımın başarıları ve öyküleri. Tekrar ediyorum: Umutluyum ve bekliyorum.

Buğdaylı’daki Buğday Tarlasındaki Kazıklar

Çeyrek asır önceydi. Bandırma’nın Buğdaylı Köyünde bir kahvede çiftçilerle sohbet ediyordum. Bu sohbetin ana amacı, SSTC (Satış Becerilerini Geliştirme Eğitimi) sonrasında SSFWS (Satış Becerilerini İzleme Çalıştayı) idi. Yanımdaki “Sahra Gücü (Field Force: Satış+Teknik+Pazarlama)” elemanlarının eğitim sonrası uygulamalarını izlemek ve yeri geldiğinde uygulamalı olarak öğrenilenleri pekiştirmekti. Bunu iki temel beceri ile değerlendiriyordum : 1.Dinleme Becerisi 2.Soru Sorma Becerisi. Çiftçi sohbetlerinin konusu ise “Buğday Tarlalarında İlaçlı Yabancı Ot Savaşımı” idi. Yaşlı bir buğday yetiştiricisi aynen şöyle dedi: “Şu gördüğünüz tarlada Suna hanımın on yıl önce çaktığı kazıklar hâlâ durur”. Bunu öyle bir takdir ve inançla söyledi ki rakibimizin teknik uzmanı olan rahmetli Dr.Suna Keskin‘i o an kıskanmadım desem yalan olur. Kendisiyle İstanbul- Erenköy ZMAEnstitüsü‘nde çalışırken birkaç kez beraberliğim oldu. Tarlaya seksenli yıllarda çaktığı kazıklarının on yıl sonra bile “Başarı Öyküsü”nün kalıcılığına imrendim. Bu nasıl olmuştu ? Suna hanımı bir kez daha rahmetle anıyorum.

Adı İlaç Markası ile Ölümsüzleşti

WhatsApp grubumuzda pek fazla “firmacı” yok; ben, Doç.Dr.Enis Erkin ve Dr.Necdet Öngen dışında. Onlar da çok iyi hatırlayacaklardır. Sözünü ettiğim konuyu en iyi sevgili Ercan Heper bilir. Ancak Ercan bey nedense grubumuzda görünmüyor. Görebildiğim kadarıyla “Cabbar Kızlar” kavramı ile Suna hanıma ait bir diğer öyküyü kısaca yazayım. BYR firmasının buğdayda dar yapraklı yabancı otlara karşı bir herbisidi vardı ve pazarın lideriydi. Adı: PM SPR (sesli harfleri yazmadım). İlacın aktif maddesinin patent süresi dolmadan önce rakip yerli firma benzer kendi ilacıyla tarla denemeleri tamamlamış ve ruhsat alma aşamasına gelmişti. Buğdaylı Köyündeki kazıklar, ruhsat sonrası pazara girecek olan bu ilacın promosyonu (tutundurma çalışması)idi; geniş parsel uygulamasına aitti. Patent koruması kalkınca rakip yerli firma bakanlığa başvurup kendi ilacını ruhsatlandırdı. İlacın adı neydi biliyor musunuz ? > SUNA SÜPER. İlginç değil mi ? Firması ilacına Suna hanımın adını vermişti. Şimdi “Cabbar Kızlar“dan bir diğerini dolaylı olarak anlatacak olan “Bereketli Laboratuvar” konusuna döneyim.

Enstitü Kökenli Firmacılarımız

Enstitüde çalıştığım yaklaşık on altı yıl boyunca (1970/85) firmacı olmayı hiç düşünmemiştim. Ancak onlara hep imrenirdim. Yılda bir kere de olsa “Formülatörler Yemeği” diye yıllık başkanlık toplantısı sırasında verdikleri yemeklere baktıkça imrenirdim. Bir zamanlar devlet memuru olmanın açlığı olsa gerek bu imreniş; kimileri bunu dillendirmek istemese de… Bindikleri arabalara bakınca imrenirdim. Örneğin yetmişli yıllarda (hangi yıl anımsayamadım) Ankara’da yapılan Türkiye Fitopatoloji Kongresine sunumlarımızla katılmak isteyen biz (rahmetli Dr.Coşkun Saydam, Mustafa Öğüt ve ben) Dr.Yüksel Kazım Oran (Elanco Türkiye Teknik Müdürü)’ın Citroen’i ile; rahmetli Prof.Dr.İbrahim Karaca rahmetli Yılmaz Sürmeli (Elanco Türkiye Satış Müdürü) nin Volvo’su ile gitmiştik. Bu özel sefer-ki ben bu tür yardımlara “Sempatik İkmal” diyorum- olmasaydı ikinci sınıf şehirlerarası otobüsle seyahat edip tren harcırahı alacaktık. Yetmişli yıllardaki “harcırah” konusu da ayrı bir öyküdür. Her neyse ! Dediğim gibi on altı yıl içinde firmacı olmayı hiç düşünmedim ama her nasıl olduysa Nisan 1985 in son Çarşambasında odama giren sınıf arkadaşım Sevgili Alev Kutay, elindeki bond çanta ve araba anahtarıyla aklımı çeldi ve iki gün sonra istifa edip firmacı oldum. Sevgili Alev’e sağlık ve esenlik dileklerimle teşekkür ediyorum. Blogumda 10.01.2021 de “Son Dönemeç” başlıklı bir yazı yazdım (https://www.copcu.com/2021/01/10/yasam-bufesinde-son-donemec/). Bu yazımda “Üçüncü Dönemeç” olarak bu karar anımı dillendirdim.

Üçüncü dönemeç (01.05.1985 / Yaşam Büfesinde sırada ilerlemek / İknanın Logos’u : İknacı Alev Kutay)

Okul bitti; askerlik bitti ve enstitüde araştırıcı olarak on altı yılın sonlarına doğru bir şeyler yetmez oldu. Babam Bakkal Fahrettin ömrünün son günlerinde maaşlı devlet işçisi oldu ve oradan da emekli olarak güvenceli bir yaşamın standardı içinde günler mutlu mesut sürüyordu. Talebeyken evlenen çocuklar minnet duygusu ile devlet memuru olmanın olanaklarında bile kopmadılar ve yaklaşık on yıl ebeveynleriyle birlikte yaşadılar…” 

İşte bu anının tetiklemesiyle yetiştirdiği araştırıcıları firmacı ya da bir başka kariyer yolculuğu için ihraç eden en bereketli laboratuvarımız hangisidir ? sorusunu dolaylı olarak yanıtlamak ve bu yanıtla bir diğer “Cabbar Kızı” anlatmak için bu yazıyı yazıyorum. Enstitüde araştıcı olarak kalmak gibi, ayrılıp firmacı olmak ya da bir başka kanalda mesleğimizi sürdürmek de “Fayda Türetme” ya da “Faydalı Olma” adına bence benzer olduğu için “Kaderin insanlara lütfu…” ile başlayan Montaigne’nin Latince özdeyişini yazımın başına koydum.

Enstitüye başladığımda (1970) firmacı olarak ilk tanıdığım, sevgili Hasan Kavut‘un abisi rahmetli Necdet Kavut oldu. Sanırım rahmetli Mahmut Karman‘ın yanında Pamuk Zararlıları Laboratuvarında çalışıyordu. Onu tanıdığımda ABD’den yeni dönmüştü. Yakışıklı, sevimli, her zaman gülümseyen tam bir delikanlı idi. İstifa etti. Firmacı oldu. Sanırım bir yıl bile olmadan Denizli’de geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. Bir kez daha rahmetle anıyorum.

Bir diğer firmacı da rahmetli Hasan Bakırcı idi. Yabancı Ot Laboratuvarındaki uzmanlık çalışmasını tamamladıktan hemen sonra istifa edip Ciba-Geigy firmasına geçti (Bu isimde bir firma kalmadığı için adını açıkca yazdım). Kendisi ile aynı firmada on yıla yakın birlikte çalıştım. Onu da rahmetle anıyorum.

Çok geçmedi Biyolojik Mücadele Laboratuvarında çalışmakta olan sevgili Cevdet Atilla istifa etti ve DuPont firmasına geçti (Bu firma da global birleşmelerden sonra bu isimle sektörde bulunmuyor diye ismini açıkca yazdım; uyarı gelirse silerim). Uzun yıllar tek başına DuPont‘un Türkiye temsilcisi olarak tarımsal savaşımın özel sektör kanadında yer aldı. Şimdilerde kendi firmasıyla keyifli bir emeklilikle yola devam etmektedir. Sağlık ve esenlik dileklerimi sunuyorum ki onu da WhatsApp grubumuzda göremiyorum.

Ben ve yukarıda sözünü ettiğim arkadaşlarım emekliliklerini beklemeden enstitüden istifa edip firmacı olanlar. Bağ Zararlıları Laboratuvarından Sandoz firmasına (Bu firma da 1996 yılında Ciba-Geigy ile bileşip Novartis olduğu ve 2000 yılında da Novartis, ICI ile birleşip SYN… olduğu için isimlerini açıkca yazmayı sakıncalı görmüyorum) geçen rahmetli Fahri Cengiz‘in firmacı olması emekliliği ile birlikte midir; değil midir ? Emin değilim.

Firmacı olmak için Enstitüdeki uzmanlık alanı önemli midir ? diye bir soru olsa benim yanıtım “Evet, önemlidir” olsa da kendime bakınca bunun pek geçerli olmadığını görüyorum ? İstifa edip firmacı olduğumun haftasına, Manisa’da Pamukta Yabancı Ot Mücadelesi demonstrasyonunda konuyu üstlenmek ve tarla gününde anlatmak için elime mikrofon tutturulduğunda benim uzmanlık alanım “Hububat Hastalıkları” idi ve o güne dek ben hayatımda pamukta yabancı ot mücadelesi ile ilgili hiç bir deneyime sahip değildim. Bu ve benzeri durumları ben hep şöyle bir espri ile anlatırım.

“Tanımlanmış Sorumluluk Alanınız (TSA)” dışında iş yapar mısınız; yapmak zorunda mısınız; yaptırırlar mı ? Otorite bilmediğiniz yerden soru sorar mı ? Özel sektörde iseniz otorite beklemez; sizi denize atar, yüzme bilip bilmemeniz önemli değildir. Otorite tuttuğunu öper. Demek ki ben uzmanlığınız önemli desem de uygulama pek öyle değilmiş.

Bunu destekleyen bir görünüm de “Bereketli Laboratuvar” deyişimde yatıyor. Öyle bir laboratuvarımız vardı ki uzmanlık alanıyla çalışanların sonraki kariyer adımları bence uyumlu değildi. Bunun nedenini aramıyorum. Sadece dikkatimi çekiyor.

Sevgili Cevdet Atilla istifa edip firmacı olduğunda uzmanlık çalışmasını tamamlamış mıydı; bilmiyorum. Ayrıldı. Çok başarılı oldu. Ayrıca özel sektör günlerini çok keyifli geçirdi diye düşünüyorum. Çok geçmeden aynı laboratuvarda beraber çalıştığı Cengiz Sokman istifa etti. Firmacı oldu. Daha sonra sektör değiştirdi ve özel sektörde yoluna devam etti. Sağ mıdır; iyi midir ? Bilmiyorum. Samsun’dan aynı laboratuvara gelen, bir süre sonra, EÜZF-Entomolji Kürsüsüne geçen; kariyer basamaklarını hızla çıkan ve rektörlükle taçlanan akademik çalışmalarını emeklilikle sonlandırıp İnci’lenen Prof.Dr.CÖ de aynı laboratuvarda yetişmiştir. Öğrenme ve Ustalık yolculuğunu kendisinin öykülendirmesini bekliyorum ve umutluyum. Bu kadar mı ? Hayır.

Aynı laboratuvarda araştırmalarını başlatan genç EE de kısa bir süre sonra EÜZF-Entomoloji Kürsüsüne geçti. Doçent olmak üzereyken istifa edip Bitki Koruma Sektörünün en büyük firmalarından birinin Genel Müdürü oldu (HKTŞ). Daha sonra o da benim gibi özel sektörde üniversite dışından doçent oldu. Şimdilerde emeklilik günlerinin keyfini sürdüğünü umuyorum. Grubumuzda mesajlara zaman zaman yanıt verdiğini görüyorum. Sağlık ve esenlik dileklerimle nice yılları olsun. Ondan da blogumuza öyküler gelecek diye bekliyorum ve umutluyum.

Sözün özü; benim dönemimde (1970/85) görebildiğim kadarıyla öyle bereketli bir laboratuvarımız vardı ki, Cevdet ve Cengiz’le başlayan ihracatı, CÖ ve EE ile devam etti. Bu ayrılışlarda bizim sektörümüzde çok kullandığım iki sözcüğün, iki kuvvetin hangisi daha etkiliydi ?

Bereketli Laboratuvardan ayrılışlarda: Push (itme) mu ? Pull (çekme) mu ? Hangisi daha etkiliydi ? Düşünüyorum ve … Bakalım ilgililerden bir respons (geribildirim, tepki, eleştiri, katkı, vb) gelecek mi ?

Bekliyorum ve umutluyum…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

Kategoriler
Uncategorized

Dostum (!) AMS

“Bugün, dünden güç alarak, yarınlara uzanır”

Dr.Aydın Zümreoğlu

Yarım Asırlık Beraberlik (AZ & AMS)

Özellikle Ege Bölgesi mandarin üreticileri tarafından Akdeniz Sineği olarak bilinen Akdeniz meyvesineği (AMS; Mediterranean Fruitfly kısaca Medfly; Ceratitis capitata Wied) dünyanın ve ülkemizin en önemli turunçgil ve meyve zararlılarından biridir. Dünyada, tropik ve subtropik bölgelere yayılmış olup 40 ı birinci derecede olmak üzere 120 adet bitki konukçusu olduğu saptanmıştır. Ülkemizde Ege ve Akdeniz sahil şeridi boyunca devamlı yaşamakta olup 17 si birinci derecede 21 konukçusu kaydedilmiştir. Geniş bir coğrafi alana yayılması, çok sayıda döl vermesi, yayılma ve uçuş yeteneği, çok sayıda konukçuya sahip olması ve yeni konukçu bulabilme özellikleriyle ekolojik olarak (r) stratejik bir tür olarak tanımlanmıştır.

Akdeniz Meyvesineğinin Ergin Dişisi

Ana vatanı Afrika’nın kuzeyi ve Akdeniz kıyıları olarak bilinen bu zararlı, bir yüzyılı aşkın yaşamını sürdürmektedir. Meyveleri kurtlandırarak kalitelerinin bozulmasına, yumuşamasına ve dökülmesine neden olan AMS ne karşı başlangıçta sınırlı sayıda insektisit ile kaplama ilaçlama şeklinde yapılan kimyasal mücadele, Meyve sineklerinin (Diptera-Tephridae) fermente şeker ve hidrolize protein karışımı kimyasallar tarafından cezbedildiğinin belirlenmesinden sonra “insektisit+cezbedici” kombinasyonu ile havadan ULV (Ultra Low Volume) ve yerden “kısmî dal ilaçlaması” şeklinde mücadele yapılmıştır. Bu kimyasal mücadele yöntemi hâlâ başarıyla sürdürülmesine rağmen her zaman tam bir sonuç vermeyebilir. AMS’nin bir dış karantina zararlısı olması ve gümrük kapılarında toleransı olmaması nedenleriyle diğer turunçgil üreticisi ülkelerle rekabet edebilmek amacıyla daha etkili ve daha güvenilir alternatif mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi zorunlu olmuştur.

Alternatif Mücadele Yöntemi Arayışları ve SIT

Bu yöntemlerden AMS için en yaygın kullanılanlardan biri, başlangıçta “Genetik Mücadele”, sonraları “Biyoteknik Mücadele” kapsamı altında isimlendirilen “Kısır Böcek Salma Tekniği / Sterile Insect Technique (SIT)” olmuştur. SIT, şu espriye dayanmaktadır: Laboratuvar koşullarında kitle üretimi (milyon) mümkün olan zararlıların; iyonize radyasyon ile kısırlaştırılıp, uygun bir yöntemle doğal populasyon içine salınmasıyla kısır erkeklerin doğadaki dişilerle çiftleşmesi sonucu, yeni bir nesil meydana gelmeyeceğinden bu işlemin devamlı uygulanması sonucu doğal populasyon baskı altına alınıp sonuçta eradike edilebilecek olmasıdır, SIT’in esası…

Burgu Kurdu’ndan AMS’ne

Bu yöntem ilk kez ABD de sığırlarda ve bazı büyükbaş hayvanlarda zarar yapan Sığır Burgu Kurdu (Screw Worm Fly; Cochliomyla hominivorox Cog.)na karşı yapılan önçalışmalar sonucu başarılı olmuş ve uygulanmıştır. Zararlının populasyon dinamiği üzerinde yapılan çalışmalar sonucu üreme potansiyeline bağlı olarak populasyon yoğunluğunda çok değişik farklılıklar gözlenmiş ve teorik populasyon hesaplamalarıyla zararlının üreme potansiyeline müdahale edildiği takdirde populasyon yoğunluğunun düşürülebileceği ve hatta zararlının tamamen eradike edilebileceği kanısına varılmıştır.

...Ve Sorular, Sorular (Kritik Başarı Faktörleri)

Ancak zararlının üreme potansiyeline nasıl müdahale edilecekti ? Araç ne olmalıydı ? Konu bir müddet teorik özelliğini korumuş ancak belirli bir süre sonra genetikçi Mueller’in X ışınları ile Drosophila sp. üzerinde yaptığı mutasyon ve kromozom çalışmaları sonucu böcekte kısırlık meydana gelmesi, beklenen aracın bulunmasına neden olmuştur. Bu araç radyasyondu. Bugün alternatif mücadele yöntemlerinin en güncel konularından biri olan “Kısır Böcek Salma Tekniği (SIT) böylece doğmuş oldu.

Sığır Burgu Kurdu’na karşı ilk kez Curacao (Karayipler) adasında yapılan uygulamaların olumlu sonuçlar vermesinden sonra geniş saha uygulamalarıyla zararlı ABD’nin güneybatı eyaletleriyle ile Meksika’dan tamamen eradike edilmiştir. Uygulamaların bu başarılı sonuçlarından sonra gözler meyve sineklerine çevrilmiş, özellikle AMS birinci hedef olmuştur. Zararlının laboratuvar koşullarında ekonomik bir kitle üretiminin (milyon) mümkün olması, uygulanan kısırlaştırıcı dozun eşey hücreleri dışında somatik hücrelerde belirgin bir zarara neden olmaması, ışınlanan pupalardan çıkan erginlerin doğada biyo-ekolojik özelliklerini sürdürmesi, tekniğin umutvar olmasına neden olmuştur. Örnek olarak ABD’lerinde Kaliforniya ve Florida, Meksika, Arjantin, Capri (Italya), İspanya ve Guatamela’da yapılan çalışmaları belirtebiliriz. Guatamela’daki uygulamalar halen sürmektedir.

Sadece Kısır Erkek Salımı; kolay mı ? (GSS)

SIT uygulamalarını ana hatlarıyla belirttik; ancak biraz daha detay görelim bakalım. O kadar kolay mı ? Değil tabii; önce milyonlarca sineği laboratuvar koşullarında üreteceksin. Erginleri (erkekleri), yüksek oranda (yüzde yüz ve ona yakın) kısırlaştıracak dozu belirleyeceksin. Saptanan bu dozun ışınlanmamış bireylerin sahip olduğu biyolojik özelliklerine (somatik hücrelere) minimum etkili olmasını bekleyeceksin. Bu amaçla ergin çıkışından 1-2 gün önce belirlenen dozla ışınlanmış pupalardan çıkan erginlerin açılma yüzdesi, uçma kabiliyetleri, hayatta kalma süresi, oluşan kısırlık yüzdesi, feromen üretme, çiftleşme ve cinsel rekabet kabiliyetlerine ait kalite parametrelerini saptayacaksın. Buna ek olarak, ışınlanmış bireyleri doğaya salma yöntemi ve bu periyotta yapılan çalışmalar da ayrı bir çalışma konusu olarak çok önemli. Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Doğaya hem erkek hem de dişi bireyleri içeren ışınlanmış populasyonu salıyoruz. Bu bir sorun mu ? Burada beklenen, salınan kısır erkeklerin populasyonda doğal olarak bulunan fertil dişi bireylerle çiftleşmesidir. Ancak salınan populasyonda az da olsa bulunan kısır dişiler de- her ne kadar döllenmiş yumurta meydana getirmese de- populasyondaki erkeklerle çiftleşecektir. Buna ilave olarak salınan populasyona ait kısır dişiler yumurtlama refleksiyle meyvelerde istenmeyen vuruk delikler açarak meyve kalitesini bozabilecektir. Bu amaçla sadece kısır erkeklerin salınması amacıyla bazı genetik mekanizmalar geliştirilerek (yumurta döneminde elde edilen yumurtaları yüksek sıcaklığa maruz bırakmak, 34,5 derecede 24 saat tutulunca dişi embriyolar ölmekte ve sadece erkekler sağ kalmaktadır), pupa döneminde oluşan renk farkıyla (normal pupalar beyaz, kahverengi pupalar kısır erkek) genetiksel olarak cinsiyeti tanımlanmış bireyler (Genetic Sexing Strains: GSS) elde edilerek sadece kısır erkeklerin salımı gerçekleştirilebilmektedir. Halen bu yöntem uygulanmaktadır. Daha ilerde de AMS’ne karşı ülkemizde yapılacak SIT uygulamalarında GSS yönteminin kullanılması planlanmaktadır.

Ülkemizdeki SIT Çalışmaları

Ülkemizde SIT ve benzeri araştırmaları içeren çalışmalar yetmişli yıllarda Bornova Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitü (BORZEM) tarafından başlatılmıştır. Zararlının laboratuvar koşullarında ekonomik kitle üretimi araştırılmış ve lokal koşullarda en uygun larval üretim yöntemleri geliştirilmiştir. Buna ilave olarak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK; kurumun yeni adı Türkiye Atom Enerjisi Ajansı: TAEA) tarafından desteklenen “Akdeniz Meyvesineği’ne Karşı Genetik Mücadele Olanaklarının Araştırılması Projesi (TAEK 105016)” kapsamında erginlerde yüzde yüze yakın kısırlık oluşturacak gamma radyasyon dozu saptanmıştır. Radyoaktif fosfor P32 ile etiketlenmiş bireyler doğaya salınıp belirli mesafelere asılmış tuzaklar tarafından tekrar yakalanarak bireylerin uçuş mesafesi, yayılması, doğada canlı kalma süresi ve cinsel rekabet gücü gibi biyo-ekolojik özellikleri araştırılmıştır. Bu temel araştırmalar sonucu 1980-1981 yılları arasında İzmir-Çeşme’de, şimdi beach-club’ların doldurduğu, yarı izole Aya Yorgi koyunda, dört hektarlık bir mandarin bahçesine yaklaşık 3,2 milyon kısır birey salınarak hiç ilaçlama yapılmaksızın %81.25 oranında bir etki elde edilmiştir (Bu araştırmaların nihani raporunun Enstitü Araştırma Komitesi’nde kabülünden sonra komite başkanı Dr.Mustafa Copcu bizzat teşekkür etmiştir.)

Salım öncesi açılmış bir karton kutu
Kısır Böcek Salımı (SIT; Çeşme-İzmir)

Çeşme’de yapılan bu SIT uygulaması, yaklaşık on yıl sürdürülen araştırma ve çalışmaların bir demonstrasyonu olmuştur. Bunu takiben konunun kapsamlı bir geniş saha uygulama projesine dönüştürülmesi için Bakanlık ve TAEK (TAEA) nezdinde yapılan girişimler her nedense zamana bırakılmıştır.

BORZEM, Tarım Bakanlığınca Biyoteknoloji Konu Enstitüsü olarak belirlendiğinden tuzak cezbediciler ve bunların geniş saha uygulamaları kapsamında biyolojik mücadele ile entegre edilmesi konusunda da pek çok araştırma yapılmıştır. Dr.Pervin Önder, Dr.Bahriye Hepdurgun, Dr.Yüce Pala, Uzman Metin Çakıcı, Dr.Türkan Koçlu ve Dr.Özlem Altındişli’nin AMS ve benzer konularda değerli çalışmaları vardır. Yeri gelmişken bu arkadaşlarımın isimlerini de belirtmek istedim.

Ayrıca Enstitümüz 1987-89 ve 1997-99 yılları arasında benim koordinatörlüğümde “IAEA-Pest Control Section” tarafından desteklenen “Akdeniz Meyvesineğine Karşı Tuzakların Standardize Edilmesi ve Zararlının Dişi Bireylerine Karşı Tuzak+Cezbedici Sistemlerin Geliştirilmesi” amacıyla iki adet proje yürütmüştür. Yedi Akdeniz ve dört Güney ve Orta Amerika ülkesinin katıldığı araştırmalar sonucu zararlıya karşı geniş saha SIT uygulamalarında kullanılacak “tuzak+cezbedici kombinasyonları” belirlenmiştir.

Soğukhava Depoları ve Japonya Yolları

Sevgili dostumuzla(!) bir başka kulvarda kapıştık. Japonya’ya greyfurt ve limon ihracatı ile ilgili olarak Japonya tarafından AMSnin ülkemizde varlığı nedeniyle konulan ambargoyu kaldırmak amacıyla BORZEM ve ticari soğuk hava depolarında bir seri çalışma ve araştırma yürütüldü. Japon Tarım Bakanlığı ülkelerinde bu zararlı olmadığı için böyle bir ambargo koyduğunu ve zararlının bilinen konukçularının ihracatında diğer mücadele yöntemlerinin yüzde yüz başarılı olmadığını ancak soğuk hava uygulamalarıyla (cold treatment, cold sterilization) %100 başarı elde edileceğini ve böyle bir çalışma yapılıp raporlarının sunulmasından sonra ihracata izin vereceklerini belirtmiştir. Araştırma süresinde iki kez Japonya’yı ziyaret ettim ve Japon Tarım Bakanlığı ve ilgili firmalarla, sunulan periyodik raporları ve sonuçları tartıştım.

Yokahoma Plant Protection Institute’ün ziyareti (Sağ baştaki Tokyo Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Mete Erer)

Japonlar neden çok şaşırdı ?

İzmir’de ön çalışmalarımız için seçtiğimiz soğukhava depolarının birinin adı NARITA idi. Bu marka depoların sahibi olan Nazım fkı Tartaroğlu’nun üç isminin ilk hecelerinden oluşmuştu. Öte yandan Japonların uçağa atlayıp geldikleri Tokyo Havalimanının adı da NARITA idi. Böylece yerli NARITA’dan Japonyalı NARITA’ya uzandı çalışmalarımız. Bu benzerliği gören Japonlar şaşkınlıklarını gizleyemedi. Ne güzel bir rastgeliş değil mi ? Her şey yolunda gidiyordu. İzmir’den sonra Seferhisar’da daha büyük çapta sürdü çalışmalarımız ve …

Sunulan dokuz adet rapor ve alınan nihai sonuçla 0,5(+/-)0,5 C (ve %90 nem) düşük sıcaklık koşullarında 12 gün soğuk hava sterilizasyonu uygulanan meyvelerde meyve içerisine laboratuvar koşullarında enjekte edilen yumurta ve larvalarda %100 ölüm oluştuğu gözlenmiştir.

Raporların incelenmesi

Bu koşullarla İzmir-Seferhisar’da büyük bir soğuk hava deposunda (Meyna A.Ş.İzmir) büyük çaplı bir deneme yapılmış ve ülkemizi bu amaçla ziyaret eden Japon Tarım Bakanlığının iki eksperi denemeyi yerinde görmüşlerdir.

Soğukhava deposu duvarına monte edilmiş sıcaklık ölçerler ve hibrit kaydediciler

Eksperler Enstitü laboratuvarlarında da inceleme yapmışlardır.

Japon uzman laboratuvar çalışmalarımızı inceliyor

Bakır vs Platin

Araştırma ve çalışmaları olumlu bulan eksperler, denemede kullanma olanağı bulamadığımız meyve içi sıcaklığını ölçen platin Pt-100 termik bağlantılar kullanılarak denemenin bir kez daha yinelenmesini ve benzeri sonuçlar alındığını içeren raporların sunulmasını takiben Japon Tarım Bakanlığınca kamu oyu duyurusu (public-hearing) yapılarak ambargonun kaldırılabileceğini belirtmişlerdir.

Soğukhava deposundaki meyvelere batırılmış termik bağlantılar

Japon eksperler belki de haklı olarak bu önemli konuda elde edilen sonuçlara aşırı temkinli bir görüşle yaklaştılar. Ancak dokuz yıllık araştırmaların uygulandığı bu denemede elde edilen tüm sayım ve sıcaklık kayıtlarında, zararlının yumurta ve larvalarında %100 ölüm meydana getirdiği kendilerince de kabul edilmesine karşın bu malzeme farkı nihai kararın verilmesi ve ambargonun kaldırılmasında sorun olmuştur.

Soğukhava uygulama periyodu sonunda meyve içinde görülen ölü larvalar

Meyve içi sıcaklığını platin uçlu sıcaklık ölçerler ( o aşamada ülkemizde temin edilememiştir) yerine bakır uçlu termik bağlantılarla ölçülmesi nedeniyle böyle kapsamlı bir denemenin tekrarı istenmiştir. Bu istek bence, gerçek bir haksızlık olmuştur. Küçük çapta bir uygulama isteyebilirlerdi. Bu isteği gerçekleştiremedik. Bundan sonra ülkemizde daima şikayet ettiğimiz bürokratik engellerle yüz yüze kaldık.

Kamu / Özel Sektör İşbirliği

Bakanlık ve ana şirket arasında özellikle meyve temini yönünden çıkan anlaşmazlık (denemede istenilen yükleme faktörünün elde edilebilmesi için soğuk hava deposu tamamen doldurulmuş ve 114.422 kg greyfurt ve 123.328 kg limon kullanılmıştır), soğuk hava deposunun bağlı olduğu uluslararası şirketin karşılaştığı darboğazlar (ismi bende saklıdır) ve bazı diğer nedenlerle denemenin bu organizasyonla tekrarı mümkün olmamış ve 12 yıllık çalışmalardan nihai sonuç alınamamıştır.

Dünden Bugünle Yarınlara: Yeşeren Umutlar

Bu konunun 2000 yılından sonra Enstitüdeki arkadaşlar tarafından ele alındığı ve sonuçlandırıldığını öğrendim. “Öğrendim” diyorum; çünkü konu ile ilgili bir yayın, bir bildiri, bir doküman görmedim. Gözümden kaçmış olabilir, Ayrıca bizlerin bulgularının, onların çalışmalarına bir nebze de olsa yararı olduysa sevinirim. Her neyse. Arkadaşların başarılarını başta Metin Çakıcı ve projemizde emeği geçen diğer arkadaşlar olmak üzere tebrik ederim.

Gelelim bugüne; edinilen bilgiye göre Tarım Bakanlığımız ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) işbirliği ile “Türkiye’de Akdeniz Meyvesineğinin Baskılanması ve Eradikasyonu İçin Kısır Böcek Salma Tekniğinin Uygulanması” isimli bir proje BORZEM tarafından yürütülmek üzere başlatılmıştır. Bu projenin bütçesi şimdilik 972.450 Euro olup, büyük bir kısmı IAEA tarafından karşılanmaktadır. Bu projenin kapsamında, uygulamaların 2024-2025 yılları arasında İzmir ili Menderes ilçesinde 2.000 hektarlık bir mandarin alanında yürütülmesi planlanmıştır. Bunu takiben projedeki gelişmelere göre Ege ve Akdeniz kıyılarında uygulamaların devamı gündeme alınacaktır. Proje çalışmalarıyla ilgili olarak 2022 yılı Haziran ayı başlarında Meksika ve Çin’den gelen iki yabancı uzman Enstitümüzü iki hafta süreyle ziyaret etmiş, proje çalışmalarıyla ilgili teknik yönden toplantılar yapmış, namzet uygulama sahalarını gezmiştir. Yapılan son toplantıya Enstitü Müdürümüz Dr.Tevfik Turanlı beni de davet etmek nezaketinde bulundu. Memnun oldum; teşekkür ediyorum.

Bu toplantıda projenin uygulama periyodunda yapılacak çalışmaları eksper olarak inceleyecek Senyör Gerardo Ortiz Moreno ile tanışarak karşılıklı bilgi aktarımında bulunduk. Çok mütevazi ve bilgili bir araştırıcı izlenimi bırakan Senyör Gerardo, projenin başarılı olması için elinden gelen katkıda bulunacağını belirtti.

Bu arada edindiğim bir diğer bilgiye göre, proje çalışanlarından sayın Ümran Akkan Demirer tarafından “Akdeniz Meyvesineği ile Mücadelede Kısır Böcek Salım Yönteminin Geliştirilmesi ve Etkinliği Üzerinde Araştırmalar” isimli bir doktora projesi yürütülmekteymiş. Bu proje kapsamında kısırlaştırma öncesinde, kısırlaştırma süresinde ve sonrasında optimum kalite kontrol parametreleri araştırılarak ve kullanılarak 2022-2023 periyodunda İzmir-Karaburun ilçesinde bulunan 25 hektarlık yarı izole turunçgil alanlarında zararlıya karşı pilot ölçekte SIT çalışmaları yapılacaktır. Ümran hanımın doktora konusunun IAEA tarafından desteklenen proje ile paralellik göstermesi, ayrıca araştırıcının 2021-2022 yılları arasında Avusturya-Viyana Seibersdorf Laboratuvarlarında konu ile ilgili olarak dokuz aylık bir eğitim görmesi, çalışmalara belirgin bir katkı ve hız kazandıracaktır.

BORZEM tarafından yürütülen IAEA destekli bu projenin başarılı sonuçlar vermesi halinde, uygulamalar ülkenin daha geniş turunçgil alanlarına yayılabilecektir. Böylece Akdeniz Meyvesineği mücadelesi üreticinin bireysel ölçekte yapmakta olduğu kimyasal mücadele yönteminden “Geniş Saha Uygulaması ( Area Wide Control)” yöntemine dönüşecektir. Yöntemin biyolojik ve diğer biyoteknik yöntemlerle entegre edilmesi, insan ve çevre sağlığının korunması, turunçgil ihracatı ile ilgili sorunların ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesiyle ülke ekonomisine önemli katkılarda bulunacaktır.

Bu projenin oluşması için büyük çaba gösteren, aynı zamanda proje koordinatörlüğü görevini yürüten Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü (BORZEM) Müdürü Dr.Tevfik Turanlı ve proje çalışanlarına başarılar dilerim.

Dr.Aydın Zümreoğlu

******************************************************

P.S. Bu yazıyı neden yazdım ?

  1. Yaklaşan turunçgil ve özellikle mandarin sezonu dolayısıyla konunun, AMS’nin güncel bir özelliği var.
  2. Böyle bir konuyu “Borzemliler” web sayfasında yazmak için Dernek Başkanı Dr.Mustafa Copcu’ya söz vermiştim.
  3. Akdeniz Meyvesineği ile yarım asırlık dostluğumuzu hikaye ederken çok güncel bir koordinasyon olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)nın desteği ile Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü tarafından çok yakın bir zamanda yürürlüğe giren “Türkiye’de Akdeniz Meyvesineğinin Baskılanması ve Eradikasyonu İçin Kısır Böcek Salımı Tekniğinin (SIT) Uygulanması” isimli projeye kısaca dikkat çekmenin uygun olacağını düşündüm.
  4. Bu yazıyı yazma nedenlerimden birisi olmamasına karşın yazıyı bitirdiğim sırada kendimle bir hesaplaşmaya girdim. Bu sevimli dost ve düşmanımla yarım asrı aşkın bir tanışıklığım, beraberliğim var. Kanadına tutunarak Atina (Yunanistan), Viyana (Avusturya), Hawaii (ABD), Madrid (İspanya), Casablanca (Fas), Penang (Malezya), Madeira (Portekiz), Guetamela City (Guetamela) ve Tokyo (Japonya)’yu ziyaret ettim. Giderken dostluk ama gittiğim toplantı ve sempozyumlarda onu yok etme planları yaptık. Şimdi halen kısıtlı da olsa uzaktan yok etme organizasyonlarına burnumu sokmaya devam ediyorum. Meslek hayatım boyunca görev gereği senelerce ona karşı savaş açtım; sonra da onun sayesinde dünyanın değişik, güzel ve cazip beldelerini gördüm. Tam bir ironi… Ne dersiniz dostlar, biraz ayıp mı oldu ? Haksızlık mı ediyorum ? Neyse, bana sorarsanız yine de “long live Medfly

Dr.Aydın Zümreoğlu, 01.06.1939 tarihinde İzmir’de doğmuştur. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Sağlığı Bölümünden 1964 yılında mezun olmuştur. Askerlik sonrası 1966 yılında Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü (BORZEM) Meyve Zararlıları Laboratuvarında asistan olarak göreve başlamış ve emekli olduğu 2000 yılına kadar kesintisiz olarak aynı laboratuvarda 34 yıl çalışmıştır. Radyoizotopların ve radrasyonun entomolojide kullanımı konusunda ABD-Florida’da aldığı eğitim kariyer yolculuğunu belirleyen ustalık adımı olmuştur. Akdeniz Meyvesineği (AMS) üzerinde doktora yapmıştır. ABD’lerinde bir yıl süreyle SIT çalışmalarına katılmıştır (1977). Hawaii’den Japonya’ya, Fas’tan Malezya’ya AMS ve SIT çalışmaları ve daha fazlasıyla Enstitümüze, Tarımsal Savaşımıza ve Ülkemize değerli katkılar sağlamıştır. Ben “bilginin zekatı” olduğuna inanıyorum ve görüyoruz ki Aydın bey “bilginin zekatını vermeyi” sürdürmektedir. Sağlık ve esenlik dileklerimle teşekkür ediyorum. Yolu açık ve aydınlık olsun. Mustafa Copcu

Kategoriler
Uncategorized

Pre.SIT

“…Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz (SJobs);Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır (DCDeniz); …Ne kadar geriye bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz (WChurcill)…”

Hey gidi günler hey ! Öyle bir geçer zaman ki hasreti içimde baki…

Merhaba

Altı ay geçmiş aradan. Ne ben bir şey yazmışım, ne de bir başka dostum “Borzemliler org” da yayımlansın diye bir istekte bulunmuş. Laf aramızda blogumuz dışında hiçbir etkinliğimiz de olmadı aradan geçen bir yılı aşkın sürede. Yönetime nasıl geldiğimiz ve neden geldiğimiz de hepinizce iyi biliniyor. Genel kurul toplantısında “fesih” maddesini görünce rahmetli müdürümüz ve derneğimizin kurucusu Dr.Türkoğlu‘nun kemikleri sızlamasın diye görevi üstlendik. Başta Seher hanım olmak üzere yönetimdeki arkadaşlarıma en azından yasal zorunlukları yerine getirmede gösterdikleri duyarlılık için teşekkür ediyorum.

Neden şimdi bu yazı ?

Pandeminin kısıtlarına sığınıp sessiz sedasız süremizi doldurmaya çalışırken beni sevindiren bir telefon ve bir mektup aldım. Grubumuzda benim dışımda bilgi, deneyim ve anılarının öyküleriyle dünden yarına uzanan sürecin bugününe katkı sağlayan bir yayın yapma isteği geldi; sevincim heyecana dönüştü. Peşinen teşekkür ediyorum.

Bugün söz konusu dökümanı yayına hazırlamak için belli bir aşamaya geldik. Redakte etme ve editleme için biraz daha zamana gereksinim duyuyoruz. Bu yazıdan amacım, sevincimi ifade etmek, müjdelemek ve teşekkür etmektir.

Yazıyı ve yazarını sonraki yazıda göreceksiniz. Kendisi 1964 EÜZiraat Fakültesi mezunu. Tüm meslek yaşamı Enstitümüzde geçmiş (1966-2000). Ustalık yolculuklarına ABD deki eğitimlerini de katarak özgün yolunu çizmiş, bu yoldaki yoldaşını seçmiş. Emekli olmuş ve aradan yirmi yıl geçmesine rağmen yine uzmanlık alanındaki deneyimleriyle yinelenen çalışmalara katkısı için çağrı almış. Davete icabet etmiş ve umuyorum ki bu yolda görüşleriyle yeni çalışmalara hız kazandıracaktır. Şimdilik isim vermeyeyim ve azıcık gizem girsin sözcüklerin arasına.

Önceki altı yazımın son paragraflarından kısa alıntılar yapıp yeni yayını bekleme sürecinde ilişkileri sıcak tutmaya çalışayım.

  1. Bilmek Yapabilmektir (12.01.2022): Konyalı Mehmet’in öyküsü; bu öykü mesaj doludur. Bu öyküden sonra hep kendimi sorgulamışımdır: “Ankara’nın nerde olduğunu bilmek mi; yoksa Ankara’ya gidebilmek mi daha önemlidir ?“ Bu sınavdan çıkardığım ders “Bilmek, yapabilmektir”. Ankara’nın nerede olduğunu bilip de Ankara’ya gidemiyorsan bu bilginin sana ne yararı olacaktır ?
  2. Kırmızı Tulum (14.01.2022): Sözün özü; tulumbayı tek başına sırtlamak için gerekli olan güç sizdedir. Bunun için, kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkındalığınızı geliştirin. Farkındalığınız gelişirse; daha fazla seçenek olduğunu görürsünüz. Farkındalığınız gelişirse daha fazla seçenek içinden daha doğru seçimler yaparsınız. Daha doğru seçimlerle daha iyi sonuçlar alırsınız. Siz yeter ki isteyin. Güç sizde…
  3. Beyaz Kitap (17.01.2022): Sunumumda son slayt olarak adına “Alicante Horozu” koyduğum bir karikatürü göstermiştim. İzleyenlerin sessizliğini, tepkisizliğini görünce şok olmuştum. O andaki belki beş saniye bana yıllar gibi uzun gelmişti. Daha sonra alkışlar ve kutlamalar kariyer yolculuğumu belirleyen köşe taşı oldu Alicante IPM Toplantısı. Daha sonra İsviçre destekli sekiz “FST (Farmer Support Team/Çiftçi Destek Ekibi)” projemin oluşuna kapı açtı Alicante ve ertesi yıl Budapeşte’de yapılan IPM toplantıları. Buna ait yazımı blogumda (www.copcu.com) okuyabilirsiniz
  4. Firmacılarımız (21.01.2022): Sözün özü; kendinizi sorgularsanız sahip olduğunuz değerlerin farkına varırsınız. Farkındalığınız gelişirse daha fazla seçenek olduğunu görürsünüz. Yeri ve zamanı gelince, bilgi, beceri ve tutumlar olgunlaşınca önünüze yeni bir kapı açılır. Benim de açıldı. Ani bir kararla iki gün içinde ben de firmacı oldum. Kamuda ya da özel sektörde olmanız fark etmiyor. İki taraf da örneğin “IPM” den söz ederken önemli olan teoriden pratiğe geçebiliyorsanız; “bilmek yapabilmektir” sözüne inanıp da olumlu bir sonuç yaratmaya katkı sağlıyorsanız yolunuz açık ve aydınlık olsun.
  5. 91nci Yıl (15.02.2022): Yazımı rahmetli müdürlerim ve yönetimlerinde yaşadığım on altı yılın anılarıyla öykülendirip Necati Kaşkaloğlu, Dr.Kazım Türkoğlu ve Dr.Coşkun Saydam‘ı da yad etmek için sürdürmek istiyordum. Ancak bir blog yazısına sığmayacak uzunlukta olacağı için şimdilik, bugün için, 15 Şubat 2022 tarihinin önemi ile burada rahmetli Nihat beyin belleğimdeki anılarıyla sonlandırıyorum. Rahmetli olan enstitümün tüm yönetici ve çalışanlarını şükranla anıyorum ve daha nice yıllarda Enstitümün tarıma katkılarını artırarak sürdürmesi dileği ile sağlık ve esenlik içinde enstitü müdürüm Dr.Tevfik Turanlı‘dan gelecek müjdeli haberle en kısa zamanda görüşebilmeyi umuyorum. Borzemliller sayfamıza katkılarınız bekliyorum.
  6. +IPM+ (11.03.2022): Uzayan sözün kısa özü; yazıma biraz uzunca bir video ekledim ve diyorum ki, siz yeter ki isteyin. Size hiçbir dilek verilmemiştir ki, gerçekleştirmek için gerekli olan güç de beraberinde verilmemiş olsun. Güç sizde. Bu dünya GAT Dünyası; ver ki alasın… acta non verba / laf değil eylem. Lütfen sorularınız olursa çekinmeden sorun. Katkılarınız ise beni sevindirir. Umarım bu yazımdan “öykülerin gücü” adına bir iz kalır belleğinizde. Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Ve dediğim gibi bir telefon mesajı ve sonrasında içtenlikle paylaşılan yirmi sayfaya yakın el yazısı ve özgün fotoğraflar. Yarım asırlık meslek yaşamının odağına yerleşen konu, oluşturduğu zararla “düşman” ve çözüm için sağladığı olanaklarla “dost” olarak tanımlanan (bu bir espri, bir ironi) yakışıklı bir böceğin seks yaşamı dahil başına gelenler. Kanadına tutunan araştırmacımızı Hawai’den Japonya’ya, Portekiz’den Malezya’ya ve daha pekçok ülkeye götürüyor. Her kişiye nasip olmaz kamu-özel sektör işbirliği içinde böyle uzun soluklu bir çalışma. On yıllık çalışmalar sonunda “tamam” denilip uygulamaya aktarılması ve soruna çözüm olması beklenirken; sürpriz bir “devam” kararı çıkınca hissedilen “haksızlık” yıllar sonra aynı konuda yeniden ciddi adımlar atılmasına neden oluyor. Acaba bu kez sorun kökten çözüme ulaşacak mı ? Araştırıcımız neden böyle bir yazıyı ve neden şimdi yazmayı, yayınlamayı, paylaşmayı yararlı görmüştür ? Bu soruyu kendisi açık yüreklilikle yanıtlamaktadır.

Kimi zaman öylesine iz bırakan rastgelişler vardır ki şaşırmak için Türk olmak gerekmez. Örneğin İzmir’de ön çalışmaların yapıldığı yerin adı ile, Japonya’daki hava limanının adının tümüyle aynı oluşu tamamen bir rastgeliştir ve bunu bizzat gören Japonlar hayret içinde kalmışlardır. Peki buna şaşıran Japonların İzmir’de ne işi vardır; Kapadokya’daki peri bacalarını yerli hainler yıkmadan görmek yerine ?

Şimdi 1986 yılına ait mesleki ve enstitümle ilgili bir anıma yer vermek istiyorum. İlk anda yazımın amacıyla uyumsuz gibi görünse de daha sonra ikisi arasındaki benzerliği “kırılma noktası” ile açıklayacağım.

Özel sektöre geçtiğim ilk yıl ve Bağda Külleme (Uncinula necator) mücadelesi için bir fungusitin ruhsatlandırılması görevim var. Usulüne uygun başvurular yapılmış; konu uzmanı deneme yapmayı kabullenmiş ve ilacı firmasının önerdiği doz ve aralıklarla uygulayıp olumlu raporunu yazıp Enstitü Araştırma Komitesine sunmuş. Komite çiftçi koşulları için belirtilen talimatlardaki yönteme göre yapılmadığı için çalışmanın bir yıl daha tekrarlanmasına karar vermiş. Komiteye ilacın sahibi firma (firmacı) girmediği için kararın hatalı olduğu doğal olarak savunulamamış. Firma için ciddi bir kayıp bir yıl daha beklemek; çünkü diğer rakip firmalar benzer yapıdaki ve etki mekanizmasındaki ilaçlarını beş yıl önce pazara sokmuşlar. Pazar ballı. Geç kalmamak önemli. Firma(cı) çözümü “Çalışma Grubu“nda bulur ve bir yıl daha denemek gerekmediği kararı ile ilaç kullanım iznini alır.

Komitenin aldığı karar neden hatalıydı ? sorusu olursa onu da bir başka yazıda açıklarım ya da doğruca sorarsanız yanıtlarım. Şimdilik bu kadarla kalsın öyküm. Peki “pek yakında” yayınlanacak olan yazı ile bunun ne ilgisi var ? derseniz,

Öyle bir deneme düşünün ki; kullanılan materyal yüz yirmi dört tonu aşkın greyfurt ve yine yüz yirmi üç tonu aşkın limon olsun ve bunu nasıl başardıysanız bir özel sektör deposunda yapıyorsunuz. Sonuçlandırıyorsunuz. Yüzde yüze yakın etkili buluyorsunuz. Raporluyorsunuz. Raporu okuyan Japonlar bu etkiyi görüyor, anlıyor, inanıyor ve fakat küçük bir itirazları var: “Meyve içi sıcaklığını bakır iletkenli sensörlerle ölçmüşsünüz; halbuki Platin olmalı. Bu nedenle denemeyi bir yıl daha tekrarlayın”. Eyvah ki ne eyvah ! Hem elinizde, ülkenizde o aşamada istenen Platin iletkenler yok hem de kamu-özel sektör ilişkisinde bu çapta bir denemeyi yineleme olanağınız (gücünüz) yok ve “kırılma noktası“.

Her neyse ! Heyecanla bekliyorum ve hepinizden öykülerinizle zenginleşmiş mesleki bilgi ve deneyimlerinizi blogumuzda yayınlamak için, yayınlanmasına yardımcı olmak için hazırım.

Lütfen sorunuz olursa çekinmeden sorunuz (0530 373 2761). Yolunuz açık ve aydınlık olsun; sağlık ve esenlik dileklerimle.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

(*): Yazımın başlığı neden “Pre.SIT” daha sonra açıklayacağım; ya da beklediğim yazı yayınlanınca anlayacaksınız.

Kategoriler
Uncategorized

+IPM +

“…Dünya çapında bir anket yapılmış. Sadece bir soru sorulmuş: “Lütfen dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine bir çözüm ile ilgili kişisel görüşünüzü belirtiniz.” Sonuç fiyasko olmuş. Çünkü:

 -Afrika’daki insanlar “yiyecek” sözcüğünün ne anlama geldiğini bilememişler.

-Batı Avrupa’dakiler “eksiklik” ne demek anlamamışlar.

-Doğu Avrupa’dakiler “kişisel görüş”ün ne olduğunu çözememişler.

-Ortadoğu’dakiler “çözüm”ün ne anlama geldiğini bilememişler.

-Güney Amerikalılar “lütfen” sözcüğüne takılıp kalmışlar.

-Ve Amerikalılar “dünyanın geri kalan kısmı” ne demek olduğunu bir türlü anlamamışlar…; IPM nedir; diye sorulduğunda Dr.Kendrick, önce “Ne değildir ?” sorusuna yanıt veriyordu seksenli yılların sonlarında, ortak bir kavramda buluşabilmek için…”

Öncülleri (Les Barges 1986; Alicante 1993) ve ardıllarıyla (FST Projeleri ve Sultana) IPM Öykülerim

Merhaba

Önce küçük bir açıklama: “+IPM+” görüntüsündeki IPM in önündeki (solundaki) “+” nın anlamı “IPM in Öncülleri“, sonundaki (sağındaki) “+” ise “IPM in Ardılları” demek oluyor. Diğer bir deyişle, hangi adımlar, gelişmeler, bilinçli ya da bilinçsiz (diğer gayretlerin yan ürünü) olarak bizi IPM’e götürdü ve hangi etkiler, olgular bizi beklenti dışı faydalara ulaştırdı sorularına yanıt vermeye çalışıyorum bu yazımda. İşte bu noktada “Dr.Lorenzo” nun “Kelebek Etkisi“ni anımsamak gerek. Google’a “copcu kelebek etkisi” yazarsanız karşınıza, “Damdaki Adam” başlıklı bir yazı çıkar (https://www.copcu.com/2009/01/09/yasam-bufesinde-damdaki-adam/). Şimdi yazıma başlayayım.

Her ay kendime bir set kitap alıyorum. Kitap seçimi yaparken çoklukla zihnimin çemberinden çıkamıyorum. Hep aynı raflarda dolanıyorum. Kimi zaman, güncelin etkisi altında kalıp farklı seçimler yaptığım da oluyor. Ocak 2022 de yedi kitap aldım. Bunlardan üçü rahmetli vergi uzmanı Prof.Dr.Şükrü Kızılot’un fıkralarla mesaj verdiği eğlenceli vergi odaklı kitaplardı. Yedi yıl önce ilk baskısı yapılmış “Ben Uyurken” isimli kitabından aldım, yazımın girişindeki öyküyü. Bu öykünün ana mesajını “IPM (ay pi em) Kavramı” ile buluşturmaya çalışacağım. Bunu yaparken ilintili anılarımı ve deneyimlerimi de yazacağım. Bitki koruma alanında altmış yıllık geçmişi olan IPM’in nerelerde, nasıl ele alındığına değineceğim. Teorik ve bilimsellikten çok pratik bakışa dayanacağım.

Bilindiği gibi, IPM “Integrated Pest Management” orijinal açılımı ile “Bütünleşik Zararlı Yönetimi” demek. Bu yazımda yedi anahtar sözcük yer alacak:

*IPM,

*ALİCANTE HOROZU,

*SFP (FST),

*SA-FVC,

*SULTANA,

*CISAM ve

*SANDOM

Bunlardan ilki (IPM) Enstitü ve Fakülte kökenli biz “Bitki Korumacılar” için bilinen kırk yıllık bir kavram. Sonuncu olan SANDOM ise sevgili Cezmi hocamın (Prof.Dr.Cezmi Öncüer) “Sanayi Domatesi” üretimindeki bitki koruma sorunlarının çözümünde Üniversite-Sektör Bütünleşmesi“ni bir proje disiplini içinde sağlamak için doksanlı yıllarda emek verdiği entegre çalışmalar demetinin adı. Aradaki diğer beş kavram ise benim özel sektördeki (CINOS’ta 24 yıl; 1985 den 2009 a, Ciba > Novartis > Syngenta) IPM bazlı çalışmaların kümelendiği projeler demeti. Açıklayacağım.

IPM (ay pi em)

Otuz yedi yıl önce “bir bahar sabahı (01.05.1985)” Enstitümden (Bornova BZMAE) istifa edip özel sektöre geçmeden önce de duymuştum “IPM” sözcüğünü Enstitüde ilaç ağırlıklı çalışmalar yaparken. Varlığının nedenlerinden biri “ilaç” olmasına rağmen ilaca hep uzak durmaya çalışan enstitümde yetmişli yıllarda IPM demek sanki “ilaçsız savaşım” demekti. Hatta “Biyolojik Mücadele” ile eş anlamlıydı. Faydalıları korumak adına zararlılara belirli düzeyde (!) göz yummak bile tartışmalarda yer alıyordu. Buna bir sınır çizebilmek için “Ekonomik Zarar Eşiği (EZE)” çalışmalarına önem vermeye başlamıştık. Yirminci Zirai Mücadele Araştırma Konseyi kararlarında ilaç denemelerinde “Ürün Kayıpları” saptamalarının yapılması özellikle isteniyordu. Ben bunu yapmaya çalışıyordum. Örneğin Alman Beynelmilel Kalkınma Teşkilatı önderliğinde Bakanlığımız, TÜBİTAK ve Çukurova Ziraat Fakültesi beraberliğinde Ankara’da düzenlenen “Ürün Kayıpları Simpozyumu”nda Buğday Septorya Yaprak Leke Hastalığı için “Hastalık Şiddeti” ile “Ürün Kaybı” arasındaki ilişki için geliştirmeye çalıştığım bir formülü sunuyordum. Primitif bir formüldü ve geliştirmek için bir başlangıç adımını ve bir niyeti yansıtıyordum. Bu konuda yazılacak çok şey varsa da şimdi bir faydası yok. Sadece “Niyet ve Zihniyete” ve “İnanca” dikkat çekmeye çalışıyorum.

IPM konusunda genel olarak kamu ile özel sektör arasında bir “önem ve öncelik farkı” vardı. Kamuya göre “ilaçlı savaşım son çözüm” olmalıydı; haksız sayılmazdı. Özel sektör için, daha doğrusu çiftçi koşullarında ise “ilaçlı savaşım ilk çözüm”dü; haklı olarak. Tam bir paradoks gibi görünse de çözümler “Bütünleşik olarak” ele alınmayınca doğruyu bulmak  daha doğrusu doğruda buluşmak zor oluyordu. Bulsak bile seçip uygulamak güç ve irade gerektiriyordu. “İlk Şövalye” filminde “Kral Arthur’un Duası”nı bilir misiniz ? Karısı ve arkadaşı arasında bir seçim yapmak zorundadır Kral Arthur ve aynanın karşısına geçip şu duayı eder:

“Tanrım, bana doğruyu bulmak için “AKIL”; seçmek için “İRADE” ve sürdürmek için “GÜÇ” ver.”

IPM de de durum benzerdi. Doğruyu bulmak için hepimiz yeterli akla sahiptik. Ancak temsil ettiğimiz roller seçmek için gerekli olan iradeyi zayıflatıyor; sürdürmek ise gereken güçten her zaman yoksun oluyordu. Çünkü, her şeyden önce “Kavram Birliği”nde anlaşamıyorduk.

Amerikalı bir araştırıcı olan Dr.J.B.Kendrick (1988; A Viewpoint on Integrated Pest Management, Pl.Dis.72(8):647. Vise President Agricultural and Natural Sources. Emeritus, University of California, USA) bir makalesinde önce “IPM ne demek değildir ?” sorusuna üç temel konu ile yanıt veriyordu:

1.IPM, ilaçsız savaşım demek değildir;

2.IPM, biyolojik mücadele demek değildir;

3.IPM sadece zararlılarla savaşımda uygulanır demek değildir.

Daha sonra “IPM nedir ?” sorusunu yanıt verirken öncelikle şöyle uyarıyordu: “Pratik bakın. Pratik anlamda işin uzmanı olun. Uçmayın. Çiftçi koşullarında düşünün. Uygulanabilir, gerçekçi ve kabul edilebilir önerileriniz olsun…” Onun hayalinde ve önerilerinde IPM’in başarısı için “Profesyonel Doktora Derecesine Sahip Özel Sektör Uzmanları” yatıyordu. Bunu da “Teknik ve Bilimsel Pratiği Olan Profesyonel” olarak tanımlıyordu. İşte bu tanıma uyan Dr.Kupferschmid’i gördüm ben Alicante’de Mart 1993 de…Peki ne demektir bu IPM; özellikle “çiftçi koşullarında uygulanabilir; makul ve mantıklı bir ortak paydada” ?

De-Mystified IPM

Doksanlı yıllarda İsviçre’de Dr.W.Vorley isimli, CG’li bir araştırıcı daha sonra “FST”lere giden yoldaki ilk adımı atarken “de-mystified IPM” diye bir kavram yaratmıştı (Dr.W.Vorley, Ciba-Geigy’deki 20 yılı kapsayan “FST Öyküsü”nü 2000 yılında Rio’daki toplantıda sunmuştur: Paper presented in workshop ‘Farming Practices, Agribusiness, and Environmental Discourse’ at the X.World Congress of Rural Sociology, 30 July – 5 August 2000, Rio de Janeiro, Brazil).

Dr.Vorley bu sunumuna ait yayımda dikkatimi çeken birkaç cümleyi olduğu gibi paylaşmak istiyorum:

“…This is a personal story that dates back over two decades.  As with all personal stories, there is a risk of rewriting history to make oneself appear nobler and wiser than the facts justify.  There is also the risk of casting a ‘visionary’ company as a greenwashing Goliath, that defends the status quo by “injecting itself with tiny doses of the reality of these issues” (Edwards, 1995, p 188)… .  I draw attention to how a corporation in a business sector undergoing rapid consolidation and change can find itself with serious contradictions between long-term aspirations for stakeholder value and short-term reality of shareholder value, and how those contradictions can untangle a vision for sustainable development…”

Bu satırlarda Dr.Vorley’in sitemleri yanında, FST ler için inancın gücünü, öykünün önemini, uzun ve kısa vadeli beklentiler açısından çatışmaları giderip bütünleşme gayretlerinin zorluğunu, şirket hissedarlarının beklentileri ile pazardaki paydaşların çıkarlarını buluşturabilmeyi, daha doğrusu çıkar çatışmalarını yönetebilmeyi özetle “SFP (Small Farmers’ Projects)” çerçevesinde “FST (Farmer Support Team)” yapılanmasının detaylarına uzanan yolları görebilirsiniz. İşte Dr.Kendrick’in sözünü ettiği “Profesyonel IPM Uzmanı” tanımının uygulanabilirlik örneği olmuştur FST Projeleri ki ülkemdeki gelişmeleri daha sonra açıklayacağım.

Anlamı “Gizemi Çözülmüş” demek olsa da pratik anlamı bizce Dr.Kendrick’in tanımladığı “Ayakları Yere Basan” demekti. Sanırım bu yaklaşım içinde bile teori fazla ağırlıklı oldu ki Dr.Vorley’in kurumdaki iş yaşamı FST kavramını ortaya attıktan sonra uzun sürmedi. Yerine daha pratik bakış açısına sahip olan Bay X.Ledru geldi; tam da benim “Kırmızı Tulum”la Marko Polo’da sahne aldığım zamanda (Eylül, 1992). Yıllık toplantıda “IPM” sözcüğü konuşma konusu olunca baş otorite (CEO/AÜ) bana “IPM nedir ?” diye sorduğunda yanıtım “Öyle bir cümle ile açıklanamaz. Bana 15 dakika sunum şansı verin size anlatayım” olmuştu. Otorite bu yaklaşımımı sevmedi. Çünkü gündemde benim sahne alma şansım yoktu. Bir süre sonra gündeme tekrar “IPM” geldi. Otorite tekrar benden bir cümle ile yanıtlamamı istedi. Ben yaklaşımımda ısrarcı oldum. Sonunda bana o şans verildi. Ben hem “IPM” i hem de “IPM’den FST’e Geçiş”i anlattım. Kariyerim değişti. Altı ay sonra Alicante (İspanya)’de ülkem adına “IPM” sunumu yapıyordum.

Alicante Horozu

“Denizli Horozu” gibi gerçek bir horoz değil. Benim seçtiğim bir görsel, bir metafor. Bağışlanma dileği ile üç Enstitü müdürümle de ilişkili düşünme cüreti göstererek bir özlü sözü paylaşmak istiyorum: “Kekeme değilseniz, söylemek kolay, yapmak zordur.” Ne demek istediğimi benim kuşağımın Enstitülü meslektaşlarım Necati, Mahmut ve Kazım Beyleri rahmetle anarak anlayacaklardır. Her neyse ! Konuyu sulandırmayayım. Kamu “IPM” e dikkatini artırınca, özel sektör de geri kalmadı. Kimileri “IPM”den de öte “ICM: Integrated Crop Management / Bütünleşik Ürün Yönetimi” ne vardırdı işi. Böylece tarımsal savaşımı da kapsayan “Agronomist / Tarımcı” yaklaşımı ile sorumluluklarını artırdı. Hatta bir adım daha ilerleyip yine “IPM” dedi; ancak bu “IPM” sizin bildiğiniz “IPM” değildi. Bu kez ortadaki “P”, “Pest” değil; “Production / Üretim” oldu ve bu yeni “IPM” in açılımı da “Bütünleşik Üretim Yönetimi” oldu. Bu üçüncü adım tarım ilacı firmalarına gerçekten etkili “Partner”ler edinme olanağı verdi. Bu da “SA-FVC : Sustainable Agricultura-Food Value Chain / Sürdürülebilir Tarım-Gıda Değer Zinciri” ilişkilerini geliştirdi. Kağıt üzerinde, uzun vadeli stratejik ajandalarda bu tür yaklaşımlar önem kazansa da özellikle “Pazarlama-Teknik-Satış” üçlüsü etkileşimlerinde “İdeal”e ulaşma gayretleri yeterince başarılı olabildi mi ? Tartışılır. İşte tam bu noktada Churcill’in bir sözünü anımsarım:

“After all has been said and done, much more said than done”. Ne demiş Churcill “Her şey söylenip yapıldıktan sonra görülecektir ki; yapılanlardan daha çok şey söylenmiştir”. Doğrudur; kekeme değilseniz söylemek kolay, yapmak zordur.

Sadece “IPM” konusunda değil, şirketlerde her zaman “Teknik vs Satış” bu konularda az ya da çok çatışma yaşamışlardır. Her zaman da yaşayacaklardır. Pazarın dinamiklerinde satış, rekabetin baskısı altında zorlanırken bir de Tekniğin başı çektiği IPM gibi kısıtlayıcı etkenlere karşı reaksiyon göstermesi işin fıtratında vardır. Kaçınılmazdır. Asgari müştereklerde buluşmak gerekir. İşte bu nedenle “IPM” esaslı “Satış Destek Çalışmaları” yapılmalıdır…! Bunun nasıl olacağını Dr.Vorley “de-mystified IPM / Gizemi Çözülmüş IPM” derken, Alicante toplantısında konu uzmanı Dr.Kupferschmid : “IPM’in 7 Basamağı” ile somutlaştırmıştır. Bu basamaklar aklımda kaldığı kadarıyla:

1.Zararlıyı tanı (> Doğru teşhiş);

2.Zararlıyı gözle, ölç (> Artış trendinde mi ?);

3.Ekonomik Zarar Eşiğini belirle (> Cost/Benefit, Türkçe’siyle “Masraf/Yarar Dengesi” hesapları; ilaçlamaya değer mi ?);

4.Faydalıları bil (> Nasıl koruyabilirsin ? Zamanlama ya da uygun aplikasyon tekniğini seç);

5.Doğru ilacı seç (> Etki ve etki mekanızması, yan etki, spektrum, son ilaçlama ile hasat arasındaki süre vb. kriterler);

6.İlacı doğru kullan (> Aplikasyon teknikleri, doz, zaman, konsantrasyon,alet, vb) ve

7.Dayanıklılık oluşumunu engelle (> Program, karışım, rotasyon, vb).

İşte Alicante’de Mart 1993 de “Avrupa Ülkeleri IPM Toplantısı”nda yaptığım “IPM” sunumumun son slaytında “Satışla Bütünleşme” amaçla bir karikatür gösterdim. O yıl CG’de sekizinci yılımdı ve hala “Teknik Danışman” dım. Bu rolde “bekara karı boşamak kolay” mantığı ile “IPM” den söz etmem zor değildi. Son slaytımda, görüntüde oturan bir tavuk, koşan bir piliç ve pilicin peşinde koşan bir horoz vardı. Ben bu horoza “Alicante Horozu” dedim. Amacım “Ey satışçılar, siz hiç endişe etmeyin, biz teknikler yeni işlerin (IPM gibi) peşine düşerken eski müşterilerimizi de tatmin ederiz” mesajını vermekti. Bu görüntü ve mesaj, yirmi ülkeden gelmiş farklı kültürlerdeki kişiler ve merkezi temsil eden üst düzey bir otorite… Son slaytımdaki “Alicante Horozu” görüntüsü ile sunumum bitti ve bir on onbeş saniye sessizlik oldu. Arkasından nezaketen değil gerçekten alkışlanan tek ülke temsilcisi oldum. Otorite yanıma geldi ve iki şey söyledi: “Hepsini sen mi hazırladın ?” ve “Sen artist misin ?“. Ve kariyerim değişti. Teknik Danışmanlıktan, önce “satış ve satış yönetiminin bölgesel sorumluluğu”, daha sonra “pazar geliştirme müdürlüğü”, ardından “ürün grup müdürlüğü” ve “pazarlama müdürlüğü” ile uzatmaları oynadığım “yetkinlik geliştirme müdürlüğü”…Böylece CINOS’ta 24 yılım dolu dolu geçti. Tek cümleyle, “hem sevdiğim işi yaptım hem de bana para verdiler.” Daha ne ister insan ! Bloğumdaki 29.01.2016 ve 01.02.2016 tarihli iki yazımda (“copcu alicante horozu” olarak Google’da ararsanız bulursunuz) yazımda görebilirsiniz. Alicante toplantısının öncülü ile birlikte daha fazla bilgi almak isterseniz Google’da “copcu ıpm” yazarsanız 08.02.2011 tarihli “Jargonun Etkisi” ve 17.02.2013 tarihli “Keyif ve Gurur” başlıklı iki yazıma ulaşırsınız.

Alicante’deki son slaytımda yazan cümle aynen şöyleydi: “We run after new business. But leave old customers always.” Ve demek istiyordum ki “(Ey satışçı !) Biz yeni işlerin (IPM) peşine düşeriz. Ama eski müşterilerimizi (bayiler) her zaman tatmin ederiz.” Dediğim gibi kekeme değilseniz söylemek kolaydır. Yapmaya gelince “RAW”laşmak gerekir. İngilizce “Cevher” demek olan RAW hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz yine Google’da “copcu raw” yazarsanız bloğumdaki 19.01.2016 tarihli yazıma ulaşırsınız.

O yazımda ayrıca Sözcü’nün köşe yazarı olan Dr.Ayşe Sucu’nun Kant’tan aldığı bir Latince sözü de sevebilirsiniz (sapare aude: bilmeye cesaret et; ya da kendi aklını kullanma cesareti göster). Bu son slayt beni bir sonraki yıl (Mart 1994) Budapeşte’de tekrarlanan “Avrupa Ülkeleri IPM Toplantısı”na katılmamı sağladı. Ki 1994 yılı ülkemde bir kriz yılıdır ve benim de satış yönetimi sorumluluğumdaki ilk yılımdır. Bu zorluklar kariyer yolculuğumu hızlandırmıştır. Şu sözü de bu vesileyle paylaşmış olayım: “Çıktığınız yolda zorluklar, engeller yoksa o yol sizi hiç bir yere çıkarmaz”

SFP-FST (Small Farmers’ Project > Farmer Support Team)

Alicante’de IPM sunumu yaparken işim kolaydı. Çünkü sorumluluklarım teknik alandaydı. Ertesi yıl 1994 yılı Mart ayında Budapeşte’de IPM toplantısında görüşlerimi sunarken durumum iki açıdan daha kritikti. Çünkü hem satış sorumluluğu üstlenmiştim hem de ülkemde kriz vardı. Kriz yılında satış çok daha önemliydi. Çünkü şirketin tek kârlılık merkezi olan satış, ayakta kalmak, hayatta kalmak adına tüm bölümlerin önüne geçerek tek söz sahibi oluyordu. IPM gibi satışı kısıtlayıcı konulardan uzak durmak gerekiyordu. Yine de İsviçre ısrarlıydı. Bizi “Çiftçi Destek Projeleri” kapsamında desteklemek istiyorlardı. Ürün seçmemiz gerekiyordu. Ürünlerimizi tek tek değerlendirdik. Pamuk odaklı, pamukta zirai mücadele açısından hem protföyü zengin hem de deneyim ve uzmanlığı yüksek bir firma ve çalışanlarıydık. Ne var ki pamuk yerleşik tarımsal savaşım uygulamalarında IPM’e o gün için uygun bir ürün değildi. Sonunda üzümde (bağ) karar kıldık. Yabancı bir şirket (Barem/Ask) pazarı, ürünü, üreticileri vb özellikleri araştırdı. Ürünün uygunluğunu raporladı. İsviçre CG den iki konu uzmanı (X.Ledru ve Dr.T.Hoppe) gelip yerinde inceleme yaptılar. Bay Ledru’nun “Problem Tree” yaklaşımı ile yedi temel konudaki sorunlar/sıkıntılar/aksaklıklar iç denetim ile de kanıtlandı. Sarıgöl-Alaşehir bağlarına odaklanıp ilk FST Projemizi yapılandırdık. Adını “Sultana” koyduk. Allah selamet versin, Türk gibi görünen, Belçikalı Bay Krotosyner’in destekleriyle yandaşlarla (!) yola çıktık. Alaşehir’de bir ofis açtık. İlk proje liderimiz sevgili Mehmet Çimen oldu. Adanalı Mehmet daha önce yanımızda staj yapmıştı. Onun için Ege Bölgesi, Bağ ve Bağcılar, tek sözcükle “tarımsal kültürümüz” yabancıydı. İşi çok zordu. Onu denize atıvermiştik, yüzme bilip bilmediğini bilmeden. Ondan hem bölgenin kriz yılındaki kritik iç iletişim duyarlılığı altında beklentilerimizi karşılamasını, hem bağa ve bağcıya yetmesini, hem FST’lerin üç temel ayağına uymasını ve hem de bize olduğu kadar projemizin sponsoru İsviçre-Basel’a rapor vermesini istemiştik. Hele bir de daha ilk yılında ülkemizin ilk FST Projesi olan Sultana’nın ilk yıl sonuçlarını tee Kolombiya’ya gidip sunduğunu düşünürseniz ne türlü zorluklarla baş ettiğini az da olsa anlayabilirsiniz. Bir yıl sonra üst yönetime sevgili TA gelince FST projelerimiz Antalya sera sebzelerinden Malatya’nın kayısılarına, Bursa’nın sanayi domatesleriyle, buğday alanlarına yayıldı. Böylece FST projelerini oluşturmuş olan yaklaşık beş ülke arasında sekiz FST projesi ve 7 proje lideri ile birinci sıraya yükselmiştik. Daha sonra…Bu hikaye bitmez.

FST Kümesinde Türkiye’nin Sıkıntıları

Tek cümleyle; ilk adımlarında “ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranamadık…” IPM Projelerinin üç temel ayağı vardı. Bunlar, IPM, Safety (Emniyet) ve Aplikasyon Teknikleri. Özellikle küçük çiftçilerin sahipsiz kaldığı; satıcıların satış baskılı yönlendirmeleriyle bu üç konuda sorun yaşadıkları dikkate alınarak projeler yapılandırılıyordu. Kimi ülkelerde bunlardan biri öne çıkıyordu. Örneğin Kolombiya’da “Emniyet / Güvenlik” öne çıkarken, Endonezya’da “Aplikasyon teknikleri”, İspanya’da ise IPM (CİSAM Projesi) gibi. Biz, kendimize, Alaşehir-Sarıgöl bağ pazarına baktığımızda üç kriterde de ne tam gelişmiş ne de geri kalmıştık. İlk adımda biz içerden seçtiğimiz partnerle (Ultar / Orhan İ. bey), bize destek olan Basel da, İsviçre’den rahmetli Hans Pfalzer’ı göndererek “Aplikasyon tekniklerine” odaklandık. Rahmetli Hans İsviçre’ye dönerken “Bağcılar ilaçlama teknikleri konusunda çok iyiler; hatta onları İsviçre’ye götürüp örnek olarak gösterelim” derken biz araştırma ve geliştirme çalışmalarımız sırasında Hacı Ömer’e kötü örnek olarak unutulmaz bir öykü yaşadık. Kullanılan modern alet ekipman yanında sadece “spray volume” dediğimiz birim alanı ilaçlarken kullandığımız su miktarını azaltarak daha etkili, daha ekonomik ilaçlama yapılabilir yargısı ile yola devam ettik. Emniyet konusunda da köylerde yaptığımız gece eğitimlerine doktor (hekim) göndererek en basit korunma tedbirlerini yerleştirmeye çalıştık. IPM’e gelince…

CISAM vs SANDOM

İspanya’nın CISAM Projesinde IPM kurallarını uygulamak daha kolaydı. Adına EVE (Export Vegetables to Europa) denilen bir başka CG projesinde (kuzey Afrika’dan Fransa’ya) olduğu gibi kontratlı (sözleşmeli) üretim ile her sezonda belirlenen miktarda (kış sezonunda her ay iki yüz bin ton) ve fiyatta (örneğin 1,5 €/kg domates) alım taahhüdü olunca çiftçi IPM’in (Sonrasında EUROGAP gelişti) gereklerine uyuyordu. Bizde de görünüşte “SA (Sustainable Agriculture / Sürdürülebilir Tarım) ve FVC (Food Value Chain / Gıda Değer Zinciri)” anlayışı ve etkileri başlamış ise de “Sürdürülebilirlik” kavramının iki bileşeni (süreklilik ve düzenlilik) iki cephede de yerleşik olarak sürmüyordu. Bunun en somut örneği sanayi domatesinde görüyoruz yıllardır. Sanayi sözleşme yapar; destek verir (fide ve gübre avansı öder) ve hasat zamanı ürün bol olursa almamak için zorluk çıkarır; az olursa çiftçi sözleşme dışı daha yüksek fiyatla korsan satış yapar. Bunlar bir yana sevgili Cezmi hocam “Sanayi-Üniversite İşbirliği” için oluşturduğu SANDOM Projesi gerçek bir örnek olmuştur başarısıyla ülkemin genel kabul yargılarında. CISAM’ın da “İspanya-Avrupa Birliği” ilişkisi içinde apayrı avantajları vardı ve bunu IPM’le bütünleştirip “FST”ler için bir simge haline getirmiştir.

Peki, bizde “IPM’in Ardılları” neler oldu pratik açıdan bakıldığında ? Bunu FST lerden biri ve ilki olan Sultana Projesi’nden örnekler vererek özetlemeye çalışacağım:

  • Bağcılar, bağda Mildiyö (Pronos; P.viticola) dan çok korktukları için “Erken Uyarı Sistemi” olmasına rağmen gereğinden fazla ilaçlama yapıyorlardı. Biz, bir broşürümüzde “Erken uyarı verilmedikçe periyodik ilaçlama yapmayınız” diye yazıyorduk ve bu önerimizi satıştan sorumlu iç müşteriye kabul ettirmek için çatışmayı yaşıyorduk.
  • Aynı şekilde Salkım Güvesi için de bağcının kendi bağında zararlılının biyolojisini takip edebilecek şekilde gerekli malzeme verip bilgi ve becerisini geliştirmesinde beraber olarak bağının mühendisi olmasına yardımcı oluyorduk.
  • Bağda, yerinde yapılan bağcı eğitimlerinle “Biyolojik İlaçların (Bacillus thuringiensis)” çiftçi koşullarında etkili olarak kullanılmasını ve kabulü sağladık.
  • İlkokullarda resim dersine girerek çocukların ailelerinde gördükleri tarımsal savaşım algılarını “korunma önlemleri” ile şekillendirmeye çalıştık. Bunlara ait resimleri arşivimden bulup daha sonra yazıma ekleyeceğim.
  • En basit sağlık koruma önlemi olarak köye, gece eğitimlerine doktor (hekim) götürüp en basitinden ilaçlamadan sonra elini yüzünü yıkama ve duş almayı pekiştirmeye çalıştık.
  • Külleme (U.necator) mücadelesinde “çok ilaç kullanmak” değil “programlı olmak” ve “değişimli ilaç kullanmak” ana fikirleriyle “4E” kavramını yerleştirmeye çalıştık. Bunu yaparken ilk yıllarımızda portföyümüzde “Kükürt” olmamasına rağmen “bağınızdan kükürdü eksik etmeyin” uyarımızı ağırlıklı olarak yaptık; daha sonra global birleşme ile portföyümüzde kükürt de olunca dürüst davranmanın ödülünü aldık.
  • İlaçlama aletleri ve tekniklerinde “Suya Duyarlı Kağıtlar (Water Sensitive Papers)” kullanarak iyileştirmeler sağladık.
  • Çek Cumhuriyeti’nden BioCont Lab. sahibi Doç.Dr.M.Hlucy‘in yaptığı faunastik çalışmalarla ve danışmanlığı ile organik fosforlu ilaçlara dayanıklı T.pyri ile biyolojik mücadeleyi geliştirme girişimlerimiz oldu. Global birleşme ile yapı ve anlayış değişince bu uzun soluklu çabamız sonuca ulaşmadı.
  • Sonuçta “kâr etmek, rekabet gücünü korumak” amacıyla kısa vadeli satış ve uzun vadeli pazarlama hedefleri arasında denge kurmak zorunda olan bir özel sektör birimiydik. İçinde IPM’i barındıran FST’lerin faydasını şirketim kendi iç değerlerinde de gördü. Bunun somut sonuçlarını 2005 yılında Brezilya (Rio)daki yıllık toplantıda “CoCI (Co-Create Innovation / Birlike Yenilikçi Olalım)” ana mesajımla anlattım. Bu sunumuma ait video kaydımı da uygun filtrelerle bir gün paylaşmaya çalışırım.

Uzayan sözün kısa özü; yazıma biraz uzunca bir video ekledim ve diyorum ki, siz yeter ki isteyin. Size hiçbir dilek verilmemiştir ki, gerçekleştirmek için gerekli olan güç de beraberinde verilmemiş olsun. Güç sizde. Bu dünya GAT Dünyası; ver ki alasın… acta non verba / laf değil eylem.

Lütfen sorularınız olursa çekinmeden sorun. Katkılarınız ise beni sevindirir. Umarım bu yazımdan “öykülerin gücü” adına bir iz kalır belleğinizde. Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu “Öykünün Gücü”

www.copcu.com; mustafa@copcu.com

Kategoriler
Uncategorized

91 nci Yıl

“… Elli yıl önceydi. Yaşlı başlı adamlar Türkçe sınavına giriyorlardı. Mecburdurlar. Üç aylık gece okulunu tamamlamışlardı. İlkokul diploması almaları gerekiyordu ki devlet memurluğunu sürdürebilsinler. Genç öğretmen ellilik Ahmet’e sorar: “Kral Konstantin özel isim mi ?“. Ahmet “Değil öğretmenim” der. Öğretmen şaşırır “Neden değil ?” diye ikinci bir soru sorunca Ahmet “Çünkü, o gavur öğretmenim” diye açıklar. Genç öğretmenin yüzünde hafif bir gülümseme olmakla birlikte bozuntuya vermeden aynı soruyu Mehmet’e sorar: “Sence Kral Konstantin özel isim mi Mehmet?“. Mehmet düşünmeden yanıtlar: “Özel isim öğretmenim“. Öğretmen memnundur. Ancak yine de nedenini bilmek ister ve sorusunu yineler “Neden özel isim ?“. “Çünkü” diye devam eder Mehmet “Onu da bir ana doğurdu”…”

Dört yıl önce (15.02.2018) kutlanan kuruluş yıldönümünden kimi kareler (Lütfen dikkat, bunlar profesyonel çekimler değildir ve olası hatalar için affınızı diliyorum)

Merhaba

Bugün 15 Şubat 2022. Dün 14 Şubat “Sevgililer Günü“ydü. Doksan bir yıl önce 1931 yılının 14 Şubatında da “Sevgiller Günü” kutlanıyor muydu ; bilmiyorum. Ancak bir gün sonrası olan 15 Şubat 1931 de Enstitüm kurulurken büyük bir sevinç yaşandığını hayal edebiliyorum. Bugün 91 yıl geçmiş aradan. Zaman zaman varlığını sürdürmede, etkin olarak sürdürmede sıkıntılar yaşamış ise de bugün Enstitümün kendi sorumluluk alanında başarıyla tarıma katkılar sağladığına eminim.

Bu yıl da Korona Virüs kısıtlarında toplanamıyoruz; fiziksel beraberlikle, birbirimize sarılarak kutlayamıyoruz. İnşallah en yakın zamanda, havalar ısınınca, açık alanda buluşmak ve kutlamak için bir şans yakalarız. Enstitü müdürümüz Dr.Tevfik Turanlı ile yaptığımız görüşmede bu şans için ortak umudumuzu sürdürdüğümüzü görüyorum. Her şey nasip meselesi…

Bu yazımda anılarımla öykülerime yer vereceğim; tıpkı yazımın girişindeki gibi. Öykülendirdiğim Türkçe sınavındaki Ahmet’in kim olduğunu bilmiyorum. Ancak Mehmet’i çok yakından tanıdım ve uzun yıllar birlikte çalıştık. Tam adı Mehmet Çiftçi ki biz ona “Konyalı Mehmet” derdik. Derneğimizin yaş almış pek çok üyesinin Mehmet’i çok iyi tanıdığına eminim. Uzun yıllar kendisinden haber almadım. Vefat etti ise Allah’tan rahmet diliyorum.

Anılar ve Öyküler

Önce bir açıklama yapmam ve peşinen bağışlanma dilemem gerek. Maurice Chevalier‘e atfedilen bir söz var: “Anılar, konservelere benzer; tatlandırıldıkları için bazıları tehlikeli olabilir”. Güzel bir söz. Daha önce Konyalı Mehmet’in coğrafya sınavından söz etmiştim. O öykünün bana etkisi “bilmek, yapabilmektir” sözüne olan inancımı pekiştirmek oldu. Çünkü hemen herkes coğrafya sınavında Ankara’nın nerede olduğunu biliyor ve haritada yerini gösterebiliyordu. Mehmet ise Ankara’ya gidebiliyordu. Şimdi adeta “Şehir Efsanesi“ne dönmüş olan kimi anıları yaşadığım enstitü müdürlerimle ilintili olarak öykülendirmeye çalışacağım.

Nihat İyriboz (1893-1988)

Kendi blogumdaki bir yazımda hısımlarımdan rahmetli Mustafa Ulaş için bir betimleme yapmıştım (https://www.copcu.com/2022/02/03/yasam-bufesinde-okuz/). Şimdi aynısını rahmetli Nihat bey için de yapacağım: “Atatürk gibi adamdı”. Kendisi ile kimi zaman yakınlaşarak onaltı yıllık enstitü yaşamımda zaman zaman beraberliklerim oldu. Ben onu duruşuyla, bakışıyla, yere basışıyla ve bende bıraktığı etki ile hep Atatürk gibi adam olarak gördüm. İmrendim. Hele bir de enstitümün arka kapısından trene yetişmek için koşarken apartmanının köşesindeki camlı bölmedeki çalışma masasındaki görüntüsü ile zihnime kazıdım. Bendeki bu etkinin nicelerini bir de otuzlu, kırklı yıllardaki çalışanlar üzerindeki düzeyini düşünebiliyor musunuz ? İşte tam bu noktada benden daha deneyimli olanlar (örneğin Dr.Pervin Önder gibi) kimbilir daha ne anıların etkisini dillendirebilirler. Benimkisi daha çok kulaktan dolma ve bu nedenle Maurice beyin dediği gibi bir etkim olursa bağışlana.

Rivayet olunur ki; yaz günleri Nihat bey ayağında şort, başında Panama şapkası ve elinde ince dal parçası ile Enstitünün kapısı önünde durur ve geç kalanlara elindeki ile vururmuş. Bunu bir disiplinli sevgi olarak görebilmek şimdilerde ne mümkün !

Ve yine O. Nihat bey hemen herkesin maaşından kesinti yapıp ev sahibi olmalarını sağlarmış (Gönüllü Mecburiyet). Bunlardan biri olsa gerek ki “Çiftçi Caddesi“ndeki rahmetli Mahmut beyin köşk gibi olan evine girerken de “Limonluk”tan çok etkilenmiştim.

Masalar ve Çuval

Yine rivayet olunur ki; şimdi müze olan eski binada tüm mühendislerin masaları duvara yapışıkmış ve çalışanlar da duvara dönük olarak otururlarmış. Her gün Nihat bey onlara birer çalışma konusu verir ve denetlermiş. Bence normal. Çünkü İkinci Dünya Savaşı yılları ve hemen hemen tüm kurumlarımızda “Alman Disiplini“. Ayrıca kaynak kullanımında optimizsayon şart. Peki ya çuval nedir ki ?

Alsancak’taki Toprak Mahsulleri Ofisi’nin silolarındaki buğdaylara ambar bözcekleri zarar vermektedir. Şimdilerde bildiğimiz öyle modern ilaçlar da yok henüz. Rahmetli Nihat bey, bahçe toprağını eletir. İçine biraz DDT ve BHC kor ve “Ambar İlacı” yapar. Bunu da bir çuvala koyarlar. Alsancak’a doğru yola çıkarlar. Enstitünün bir kamyoneti vardır. Öne, şoförün yanına Nihat bey biner. Kamyonetin kasasında da deneme (uygulama) yapacak olan ziraatçı(lar) vardır. Peki onlar kimlerdir ? Elli yıl önce ben bu öyküyü kulaktan duyduğumda bana söylenen ve benim bildiğim “Zeytin Zararlıları Laboratuvarı” mühendisleridir kamyonetin kasasında oturanlar. Ben onları hep rahmetli Metin Kaya, Metin Çakıcı ve Hasan Ercan (Köy Çocuğu) olarak düşündüm yıllardır. Çünkü bu yakıştırma benim hoşuma gitti. Ancak bu üçlünün Enstitü yaşamı Nihat beyin müdürlük dönemine (1931-1950) uymamaktadır. Bu nedenle onlardan sadece rahmetli Reşat Aysu‘nun Enstitü yaşamının bu öyküyle uyumlu olduğunu görüyorum. Ne var ki; Alsancak efendisi, papyonlu, modern sakallı, müzisyen, bestekar, kemani Reşat beyin sırtında bir çuval hayal edemiyorum. Böyle kabul edin lütfen ve Maurice beyin sözüne sığınayım ben yine.

Her neyse, kamyonetle Alsancak siloya varılır. Bir de bakılır ki acele ile çıkılırken, ya da Nihat beyin disiplinli baskısının yarattığı telaşla “Ambar Tozu Çuvalı” Enstitüde unutulmuştur. İşte bundan sonrası ilginçtir. Nihat bey kamyonete biner Enstitüye döner ve çuvalı unutan ziraatçıyı Alsandak’tan Bornova’ya kadar yürütür. Nihat beyin cezası bu kadarla kalmaz. Enstitüye gelen ziraatçının sırtına ilaç çuvalını yükler ve silolara kadar yaya olarak gönderir.

Belki de bu yaşanan olayın etkisidir ki “Deneme Dersi Kitabı“nı yazan rahmetli Meliha Karman hanım da deneme için araziye çıkmadan önce yapılacaklar listesinde en basit görünen “Kontrol Listesi” ne de dikkat çekmiştir. Sadece bu kadar mı ? Bence Atul Gawande hayat kurtaran deneyimlerin öyküleriyle zenginleştirdiği “Checklist Manifesto” isimli kitabını da bu konuya verdiği önem üzerine yazmıştır (https://en.wikipedia.org/wiki/The_Checklist_Manifesto).

Yazımı rahmetli müdürlerim ve yönetimlerinde yaşadığım on altı yılın anılarıyla öykülendirip Necati Kaşkaloğlu, Dr.Kazım Türkoğlu ve Dr.Coşkun Saydam‘ı da yad etmek için sürdürmek istiyordum. Ancak bir blog yazısına sığmayacak uzunlukta olacağı için şimdilik, bugün için, 15 Şubat 2022 tarihinin önemi ile burada rahmetli Nihat beyin belleğimdeki anılarıyla sonlandırıyorum.

Rahmetli olan enstitümün tüm yönetici ve çalışanlarını şükranla anıyorum ve daha nice yıllarda Enstitümün tarıma katkılarını artırarak sürdürmesi dileği ile sağlık ve esenlik içinde enstitü müdürüm Dr.Tevfik Turanlı‘dan gelecek müjdeli haberle en kısa zamanda görüşebilmeyi umuyorum. Borzemliller sayfamıza katkılarınız bekliyorum.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Borzemliler Yön.Kr.Bşk.

www.copcu.com / mustafa@copcu.com / 0530 373 2761

Kategoriler
Uncategorized

Firmacılarımız

“…Birileri arkanızdan konuşuyorsa, onlardan çok daha ileridesin demektir ( If someone talking behind of you, you are way ahead of them ; Anton Cehov)… “

Bornova ZMAEnstitüsü’nün yetiştirdiği firmacılar ve MC ile P.Fisk’ten kareler

Merhaba

Bu dördüncü yazım. İlk üçünde Konyalı Mehmet, Kırmızı Tulum ve Beyaz Kitap başlıklı yazılarımı yayımladım. Hepsinin ortak mesajı “bilmek yapabilmektir“odağında toplanıyordu. Firmacı olmadan firmacı gözüyle bakmadan firmacılığı anlamak, anlatmak çok anlamlı değil (bana göre). Bunun için enstitü yaşamımda ve hemen ardılında tanıdığım enstitümden çıkan firmacıları ve firmacı olma serüvenlerini bendeki izleri ve öyküleriyle düşündüm. Neler gördüm; neler yaşadım ? Hangi laboratuvarlarımızdan hangi firmacılar çıktı ve nerelere yerleştiler ? Bu soruları yanıtlamadan önce bir anımla “kamu vs Özel Sektör” kıyaslaması yapmak istiyorum.

Ayranlı Resepsiyon ve Rakılı Kokteyl / Elancolu rahmetli Yılmaz Sürmeli ve Dr.Y.Kâzım Oran

Yetmişli yıllardayız; İzmir’de yapılacak Balkan Ülkeleri Bitki Koruma Kongresi hazırlıkları içindeyiz. Bakanlık ve TÜBİTAK destekleri yanında özellikle ilaç firmalarından kimi zaman sponsor olarak, kimi zaman da borç arayarak çırpınıyorduk. Organizatör olduğumuz için enstitü adına bir kokteyl vermek istiyorduk. Bunun için parasal kaynağımız yoktu. Borç bile olsa kaynak bulmalıydık.

İki yerden borç aldık. Birisi enstitü kaynaklı, bölgenin en büyük ilaç bayisi olan Önak Tarım‘ın sahiplerinden rahmetli Fuat Akşit (mekanı cennet olsun) idi. Diğer ortağı olan Ali Öngören bey de Enstitü Sebze Zararlıları Laboratuvar Şefi Kadriye hanımın eşiydi. Onları kendimize yakın gördük. Önak’tan borç aldık (ve daha sonra ödedik). Diğer borç aldığımız kaynak ise bir ilaç firmasıydı: Elanco. Neden onca firma arasından ülkemiz bitki koruma pazarında potansiyel değeri oldukça az olan bu firmanın kapısını çalmıştık ?

Bu sorunun yanıtı, belki; firmada satışın ülke sorumlusu olan meslektaşımız rahmetli Yılmaz Sürmeli beyin eşinin Ankara’da genel müdürlüğümüzde çalışıyor olması ve asıl önemlisi ülkesel teknik temsilcisinin de Dr.Yüksel Kazım Oran‘ın olmasıydı. Yüksel bey kısa bir süre önce Diyarbakır Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘nden istifa edip firmacı olmuştu. Yakın arkadaşımızdı. Sanırım kongre hazırlıklarımız için beşbin lira aldık ve daha sonra geç kalmadan borcumuzu ödedik. Bu kongrenin hazırlıkları ve gerçekleşmesi aşamalarında birkaç küçük anım vardır kimi zaman gülümseten, çoklukla da düşündüren…Bunlardan kısaca söz edeceğim.

Birinci konu, kongreye katılanları usulden olan ağırlamanın gösterdiği farklılıktır. Kongrenin yapıldığı yıl iktidarda “Birinci MC Hükümeti” vardı. Buradaki “MC” kısaltması yanlış anlaşılmasın “Mustafa Copcu” değil; “Milliyetçi Cephe” demek. Rahmetli Ecevit ile rahmetli Erbakan‘ın kurduğu bu koalisyon hükümetinde Tarım Bakanı da Milli Selamet Partisi‘nden Fehim Adak‘tı. Bu oluşumun iki küçük etkisi oldu kongre karakteristiklerine. İlki Büyük Efes Oteli‘nde bakanlık adına verilen açılış kokteylinin “Ayranlı Resespsiyon” oluşudur. Gala gecesi olarak enstitüde borç alarak düzenlediğimiz kokteylde ise alkolün her türü vardı. Bizimkisi de iyi cesaretmiş; ya da otoritenin tavrı, henüz bizi alkoldan dolayı doğuya sürecek kadar korkutmuyormuş. Karşı komşumuz Çınar Pastanesinin sahibi dostumuz Yunus’un yakın ilişkisi ile hazırlanmış olan kanepelerin nefaseti dillere destan olmuştu. Meslektaş ilişkisi içinde “Sempatik İkmal” ile sağlanan biralar, gazlı içeçekler ve Fakültenin “Şarap Taşı” ile kristalize olmuş yıllanmış şarapları bedelsiz olduğu için işimizi kolaylaştırmıştı. Bu konuda yardımcı olan Gıda Teknolojisi Kürsüsündeki Prof.Dr.Nihat Aktan‘ın 12 Eylül sonrası “1402 lik Olması” yüreğimin bir kenarını hep acıtmıştır. Nihat beyle birlikte Prof.Dr.Tayyar Bora ve Prof.Dr.Veli Lök (EÜTF) de 1402 ile fakülteden uzaklaştırıldılar. Konu, konuyu açıyor ve yazım ana temasından uzaklaşıyor. Bu nedenle sadede geleyim. Elancolu sayın Sürmeli ve Sayın Oran’la bir diğer öyküm de Ankara’daki bir kongreye gidiş ve gelişimizdir. “Kamu / Firma İlişkisi”disipline olduğunda “Bütünleşik Güzellik” olarak bu yolculuğu daha sonra bir başka yazımda öykülendiririm.

İkinci farklılık kongreye verilecek olan çantalara isim yazılırken ortaya çıktı. Sert, yapışkan plastik şeride yazı yazan küçük bir el aletim vardı. Adını şimdi anımsayamadım. Çatıda belki bulabilirim. Bulursam yazımın ekindeki görsele eklerim. Bu aletle kongreye katılacaklara verilecek çantalara isim yazıp yapıştırıyorduk. Bakanlık adına, bakanlık temsilci ya da bakanlık davetlisi olarak katılacak olanların isimlerinin başına “Muhterem” yazarken diğerlerine “Sayın” yazıyorduk. Gerçekten de o yıllarda “Sayın” sözcüğü rahmetli Ecevit’e, “Muhterem” sözcüğü ise rahmetli Erbakan’a aitti.

Kongres sırasındaki bir anı ile bu konuyu kapatayım. İzmir Sanayi Odası salonunda yapılmaktadır kongre. Oturum başkanı Prof.Dr.Akif Kansu‘dur (https://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files/ozgecmis/AkifKansu.pdf). Sunum aracı olarak hala epidiyaskop, projeksiyon cihazı ve slayt makinası kullanılmaktadır. Henüz Tepegöz (overhead projector)e geçilmemiştir. Hoş geçildiği zamanlarda ve hatta dijital aygıtlar kullanıldığında bile “Keyif Veren Sunum” için öngörülen teknikler ve beceriler pek fazla gösterilmemekte(ydi). Kolaycılık her zaman baskın olmuştur. İşte bunlardan biri, bir sayfanın fotokopisi olduğu gibi perdeye aktarılınca, “Karınca Duası” gibi görseli gören Akif hocamız bildiri sunumunun sonunu beklemeden şöyle eleştirisini ortaya koymuştur: “Şimdi buradan çıkınca hepimiz göz doktoruna muayene olmaya gideceğiz”. Bu konuda birkaç eğitim almış olan ben bile 1997 yılında Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof.Dr.Merih Tangün hanımdan sunum becerileri eğitimi alıncaya kadar sunumda “Üçün Güzelliği”ni bilmiyordum (http://www.actorscompanyberlin.com/index.php/pages/akademik-kadro/116-prof-dr-merih-tangun)

Rahmetli Necdet Kavut

Anılarımın ilk örneğinde rahmetli Necdet Kavut var. Kavut kardeşler benim tanıdığım üç yakışıklı erkekti. En büyük abileri Fakültede çalışıyordu. Küçük kardeş Hasan Kavut ise enstitümüz Hububat Zararlıları Laboratuvarında uzun yıllar çalıştı ve oradan emekli oldu (eşi sevgili Muzaffer Kındıroğlu (Kavut) hem mahalle hem de sınıf arkadaşımdır (ZM68MK)). Necdet Kavut, enstitünün en yakışıklı delikanlısı idi. Yüzündeki gülümseme kadar duruşundaki zerafete hep hayran olmuşumdur. Yetmişli yılların başlarıydı, Amerika’dan yeni dönmüştü. Kendisi ile enstitüde ortak yaşamım bir yıldan az sürdü. Sanırım Pamuk Zararlıları Laboratuvarında rahmetli Mahmut Karman‘ın asistanı idi. İstifa edip firmacı oldu. Sanırım Sandoz firmasına transfer olmuştu. O gün için revaçta olan Renault marka bir firma aracı kullanıyordu. Pamukkale kavşağında trafik kazasına karıştı ve genç yaşta vefat etti. Bu ilk örnek benim firmacılığı “uğursuz” bir iş gibi algılamama neden oldu. Bu nedenle enstitü yaşamım boyunca firmacı olmayı hiç aklıma getirmedim. Ta ki 1 Mayıs 1985 İşçi Bayramı‘na kadar…O tarihte ben de aynı yolun yolcusu oldum hiç aklıma gelmezken…

Enstitü ve Firma İlişkileri / Formülatörlerin Yemeği

Bugün (benim için 2009 yılı bilgileri) firmacıların iki derneği var: Biri TİSİT diğeri ZİMİD. Daha önce sadece TİSİT vardı. Ne var ki dernek olarak üyelerini temsil ederken, haklarını savunurken, kuralları ve bakanlık ilişkilerini geliştirirken yerli (!) ve yabancı firmaların çıkarları aynı yönde gelişmiyordu. Bu nedenle iki ayrı dernek altında toplandılar. TİSİT‘ten önce yetmişli yıllarda ben enstitüdeyken ilaç firmaları derneğinin adı “Formülatörler” idi (veya biz öyle diyorduk). Her yıl hasretle (!) onların verdiği yemeği beklerdik.

Bir zamanlar biz “Bitki Korumacılar” hem araştırma hem de uygulamada 6968 sayılı yasanın belirlediği hak ve sorumluluklarla diğer tarım kuruluşlarından daha etkiliydik; daha doyumluyduk. Hâlâ da öyle misiniz ? Merak ediyorum. Köylerdeki “Zirai Mücadele Grup Şefliği“nden, illerdeki Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Müdürlüğü ile bölgelerdeki Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Bölge Başkanlığına kadar tabandan başlayan hiyerarşik zincirin kazanımlarıyla ayaklarımız yere daha sağlam basardı. Hâlâ ayaklarınız yere sağlam basıyor mu ? Araştırmalara konu olacak sorunlardan haberdar olmanın; araştırma sonuçlarını uygulamaya aktarmanın hızı her zaman yüksek olurdu. Bitki Koruma alanında “Araştırıcı / Yayımcı İşbirliği“miz yüksekti; etkindi ve innaçlı idi. Şimdilerde de öyle mi ? Daha sonra yapı ve sistem değişiklikleri bu beraberliği daha etkili mi kıldı yoksa tersi mi oldu ? Şimdi tekrar “Formülatörler Yemeği“ne dönelim.

Her yıl sonbaharda “Başkanlıklar Yıllık Programlarını” bir haftalık toplantı ile tartışırlardı. Buna enstitü uzmanları da katılırdı. O yıllarda kimi tarımsal savaşım uygulamaları “Devlet Mücadelesi“, kimileri “Devlet Yardım Mücadelesi” olarak yapılırdı. Çoğu da “Yönetimli Zirai Mücadele” olarak yapılırdı. Bu görüşmeler firmalar için de çok önemli olurdu. Böylece firmalar da yıllık bütçe ve programlarını yaparken bu görüşmelerden yararlanırlardı. Bu nedenle hepsini temsil eden “Formülatörler Yemeği” ile başkanlık, enstitü, il müdürlükleri teknik elemanlarıyla firmacılar bu yemekte bir araya gelirlerdi. Bu yemekler İzmir’de Kordon’da popüler bir restoranda olurdu. Kamuda çalışanların hasretini çektiği bu yemekler kamuda çalışanları hem firmacı olmaya özendirir hem de laf aramızda kıskandırırdı. Bu yemekler ait fotoğraflarımı yazımın ekidneki videoda paylaşacağım. Yazım çok uzadı. Enstitümün çıkardığı firmacıların devamını daha sonra yazarım.

Sözün özü; kendinizi sorgularsanız sahip olduğunuz değerlerin farkına varırsınız. Farkındalığınız gelişirse daha fazla seçenek olduğunu görürsünüz. Yeri ve zamanı gelince, bilgi, beceri ve tutumlar olgunlaşınca önünüze yeni bir kapı açılır. Benim de açıldı. Ani bir kararla iki gün içinde ben de firmacı oldum. Kamuda ya da özel sektörde olmanız fark etmiyor. İki taraf da örneğin “IPM” den söz ederken önemli olan teoriden pratiğe geçebiliyorsanız; “bilmek yapabilmektir” sözüne inanıp da olumlu bir sonuç yaratmaya katkı sağlıyorsanız yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu (www.copcu.com)

Blogumdaki yazımı öneririm: https://www.copcu.com/2010/01/27/yasam-bufesinde-gestalt-projesi/

Kategoriler
Uncategorized

Beyaz Kitap

“…Geçmişin kapıları açıldığında, gelecek şekillenir;.. Bugün, dünden güç alarak yarınlara uzanır;.. İlaca, ilaç gibi bakmasını bilemedik; ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…”

Her piyon potansiyel vezirdir (HAGEM 2016 ve NETSYN 27.12.2021)

Merhaba

Rahmetli Enstitü Müdürümüz Dr.Kâzım Türkoğlu‘nun bize iki armağanı vardır. Bunların biri Borzemliler Derneğimiz; diğeri de “Beyaz Kitap”tır. Enstitü müdürü olmazdan önce Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Genel Müdürlüğü‘nde “Araştırma Daire Başkanı” iken Kâzım Bey, Enstitü çalışmalarını yapılandıran “Beyaz Kitap”ın oluşturulmasını sağlamıştır. Allah razı olsun; mekanı Cennet olsun.

Derneğimiz web sayfası açıldığından bu yana bir hafta içinde bu üçüncü yazımdır. İlk yazımda Konyalı Mehmet‘in coğrafya sınavını anlatmış ve “Bilmek, yapabilmektir” mesajımı vermiştim. İkinci yazımda “Kırmızı Tulum” başlıklı yazımda Enstitüde kazandığım becerileri özel sektörde “Kırmızı Tulum” ile nasıl eyleme dönüştürdüğümü öykülendirmiş ve “acta non verba / laf değil eylem” deyişiyle aynı mesajımı pekiştirmeye çalışmıştım.

Beyaz Kitap” Enstitüde araştırma çalışmalarını “Proje Disiplini” içinde sınıflandırmıştır. Kapsamlı “A Projeleri” nden TÜBİTAK destekli “T Projeleri” ile daha çok survey çalışmalarını içeren “E Projeleri” yanında Ruhsat İçin İlaç Denemeleri (RİD)” ne kadar projelerin kapsamlarına göre sistemi şekillendirmiştir. “RİD”ler için birkaç söz söylemek istiyorum. Bundan önce bir mesaj verebilmek için iki Enstitü kıyaslaması yapmaya çalışacağım.

İlaç mı; Tohum mu ?

Yıl seksenlerin başları; biri benim enstitüm olan Bornova Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü ve müdürü rahmetli Dr.Coşkun Saydam; diğeri de Ege Zirai Araştırma Enstitüsü ve müdürü rahmetli Dr.Kâşif Temiz (İkisi de genç yaşta kalpten vefat ettiler. Mekanları Cennet olsun). İkisi de aynı yaşlarda ve sanırım sınıf arkadaşlarıydılar. Dr.Temiz daha önce Diyarbakır Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘nde çalışmış ve her ne olduysa Bakanlıkla takışmış ve daha sonra bize karşı çekişmeli bir rekabet davranışına girmiştir (belki de biz öyle algılıyorduk). Şimdi yazacağım görüşe karşı çıkanlar olacaktır; doğaldır. Zirai Mücadele Araştırma Enstitülerinin varlık nedenlerinden biri “ilaç”tır ve itiraf etmeliyim ki biz ilaca, ilaç gibi bakmasını beceremedik. İlacı hep kendimizden uzak tutmaya çalıştık. Bu nedenle “RİD”lerden söz etmek istedim. Halbuki Zirai Araştırma Enstitüleri “Tohum” a “Tohum” gibi bakmasını, ona önem vermesini bildiler ve bunun da ödülünü her zaman aldılar. Yetmişli yıllarda ve seksenli yılların başlarında “Ulusal Buğday Projesi” gibi ortak yürüttüğümüz projler vardı. Bu proje Rockefeller Fonu tarafından destekleniyordu. Ülkenin farklı yerlerine “Tuzak Nörseriler” kurduk. Pas hastalık etmenlerinin “Irk Saptama” çalışmalarına emek verdik. Yaygın ırka göre dayanıklı çeşit geliştirme (ıslah) çalışmalarına katkımız oldu. Ancak projenin tüm yurt dışı olanaklarını Zirai Araştırma Enstitüsü çalışanları kullandı. Bize bu işin sadece hamallığı kaldı. Bu çalışmalar sonunda ülkemizdeki gen kaynakları yurt dışına gitti ve ıslah edilmiş yeni buğday çeşitleri olarak bize satıldı. İşte o çalışmalar sırasında araştırma bulguılarımızı aynı bilimsel etkinlik platformunda sergiledik kimi zaman sertleşen rekabet tavırlarıyla. Öyle ki kurucularından olduğum ve yönetiminde çeşitli görevler aldığım Türkiye Fitopatoloji Derneği (TFD)‘nin düzenlediği Simpozyumlarda iki kurumun araştırıcıları arasındaki çekişme hep dikkat çekici olmuştur. Şimdi bir örnek vereyim.

“Ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…”

TFD nin bir simpozyumunda ben ve Ege Zirai Araştırma Enstitüsünden Dr.Cevdet Dutlu birer bildiri sunuyoruz. Ben Dr.Saydam‘ın, Cevdet bey de Dr.Temiz‘in ekibi olarak sahnedeyiz. Oturum başkanı Prof.Dr.Tayyar Bora. Bildiri sunma sürei 15 dakika ve sonrasındaki 10 dakikada da sorular ve tartışmalar var. Ben “Buğday Pas Hastalıkları ile Ekonomik Düzeyde İlaçlı Savaşım Olanakları” başlıklı bildirimi süresi içinde sundum. Tartışmalarda buğdayda yeşil aksam ilaçlamasının zorlukları ve pratikde yapılamıyacağı benzeri karşı görüşler geldi özellikle Dr.Temiz’in ekibinden. O güne kadar “dithiocarbamate grubu” fungisitlerin bu amaçla resmi kullanma izinleri olmasına rağmen gerçekten de bu grup “kontak/koruyucu fungisitler”in buğdayda pek kullanıldıkları görülmüyordu. Ne var ki “oxycarboxin grubu” sistemik fungisitin “ürün kayıpları/verim analizleri” ile desteklediğim “etki ve ekonomi” verileriyle bunun olanaklı olduğunu göstermeye çalışıyordum. Özel sektöre geçtikten sonra gördüm ki Fransa ve Almanya’da en büyük bitki koruma pazarlarından biri Buğday Yaprak Hastalıkları (Pas, Külleme ve Septorya) na kullanılan fungisitlerin oluşturduğu alt pazarmış. Doksanlı yıllardan sonra bizde de bu pazar hızla gelişti. Tekrar simpozyuma döneyim.

Benden sonra Dr.Dutlu yine Buğday Pas Hastalıkları ile savaşımda “Gen by Gen Teorisi” sunumu ile “Çeşit Dayanıklılığı”nı vurgulamaya çalışıyordu. Sunumunun on beş dakikası dolmak üzereyken oturum başkanı Tayyar bey uyarısını yaptı: “Sayın Dutlu süreniz doldu lütfen sunumunuzu tamamlayınız”. Cevdet bey “Tamam sayın başkan” diyerek devam etti. Tartışmanın beş dakikasını da harcadı; sunumu bitirmedi. Başkan biraz sertçe uyarısını tekrarladı: “Sayın Dutlu lütfen bitiriniz”. Cevdet bey yine tamam diyerek tartışmaya ayrılan on dakikanın tamamını da kullandı. Tayyar bey “Süreniz doldu; artık son cümlenizi söyleyin ve bitirin” dediğinde Cevdet bey oldukça sert bir sesle “Ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…” dedi. Bu sözler gerilen sinirlere ilaç gibi geldi. Aynı mekan ve zamanda bu iki sunumun ana mesajı “İlaç ve Tohum Bütünleşmesi” olması gerekirken ne yazık ki “Ben, senden daha önemliyim” çekişmesine dönüşüyordu. Onlar “zaman, para ve emekle elde ettikleri çeşit dayanıklılığını ilaçla koruma” konusuna önem verselerdi; biz “ilacın etkinliğini çeşit dayanıklılığı ile arttırmayı” kabul etseydik çok daha yararlı sonuçlar elde ederdik. “Bütünleşme (Integration)” yerine “Çatışma (Confrontation)“yı yeğledik. Umarım yıllar sonra “Tohum ile İlaç” doğru buluşmanın yollarını bulmuş ve etkinleştirmiştir.

Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz (S.Jobs)

Enstitü yıllarımda ne zaman “IPM (Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi)” sözcüğü gündeme düşse, çoklukla “Biyolojik Mücadele” ya da “İlaçsız Savaşım” gibi ele alınıyordu. Bu düşünce tarzı ilacı hep ikinci plana indirgiyordu. Bu algı nedeniyle adına “RID” dediğimiz ruhsat amaçlı ilaç denemelerinin “ilacı at, böceği say, etkiyi hesapla, ruhsata değer gör ya da görme, raporunu yaz”. Bu kadar… Ve şu sözleri söyledik biz “RID ler zamanımızı ve kaynaklarımızı tüketiyor; bu nedenle bu denemeleri Başkanlıktaki elemanlar yapsın”. Bunları söyledik ve seksenlerin sonlarına doğru “Ruhsat amaçlı deneme yapma yetkisi ilaç firmalarının uzman teknik elemanlarını verildiğinde” pişmanlıkla tepkiye giriyorduk. Öyle ki “yoğurdum ekşi diyen olur mu ?” demeye başlamıştık. Tam da bu tepkiler altında ilaçcı firmacı olarak doçentlik sınavına girmiştim (1987). Bu konudaki bilim sınavında sorulan bir soruyu daha sonra öykülendiririm.

Şunu görmekte zorlanıyorduk: Hiç bir firma ülkemiz agroekoloijk koşullarında etkisi yetersiz bir ilacı kesinlikle uygulamaya vermez”. Çünkü bunun vereceği zarar firmanın diğer tüm ürünlerine yansır. Firmaların “Stratejik Üçgenleri“nin köşelerinde “Kârlılık / Rekabet Gücü / İtibar” vardır. Hani kimi zaman saraylarda yaşamaya alışmış olanların “İtibardan tasarruf olmaz” sözleri var ya işte onun gerçek durumudur firmalar için ürünlerinin çiftçi koşullarında etkilerini sağlamak. Her neyse “IPM” aslında “İlacı Son Çare” olarak görüp ondan önce diğer tüm önlemleri “Zirai Mücadele Programları“na almak demek. Bu konuda kamu ile özel sektör arasında bir anlayış farkı yok. Sadece “Çiftçinin Algısının”, ilaçlı savaşımın hızlı sonuç vermesi, uygulanmasının kolay olması gibi nedenlerle “İlacın Son Çare” değil “İlk Çare” olmasıdır. Bu nedenle “IPM” e pratik bir anlam, uygulanabilirlik katabilmek önemlidir. Bununla ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum.

Ciba-Geigyli Teknik Danışman olarak yola devam ediyordum. Özel sektörde de çok köklü firmalar global olarak “IPM” kavramına önem vermeye başlamışlardı. Hatta kimileri “ICM (Integrated Crop Protection / Bütünleşik Ürün Yönetimi)” olarak bir adım daha ileri gidiyorlardı. Rahmetli Dr.Saydam ile rahmetli Dr.Temiz‘in ekiplerinin yapamadıklarını yapıyorlardı. Sekiz yıllık olmuştum (Mart 1993). Avrupa Ülkeleri IPM Konferansı“na ülkem adına katılmıştım (Alicante-İspanya). Yirmi ülkeydik. Alfabetik sırayla ülkelerimizdeki IPM çalışmalarını sunuyorduk. Ben “Bağ (Üzüm)” konusunu ele alarak sunum yapmıştım. Sunumuda son slayt olarak adına “Alicante Horozu” koyduğum bir karikatürü göstermiştim. İzleyenlerin sessizliğini, tepkisizliğini görünce şok olmuştum. O andaki belki beş saniye bana yıllar gibi uzun gelmişti. Daha sonra alkışlar ve kutlamalar kariyer yolculuğumu belirleyen köşe taşı oldu Alicante IPM Toplantısı. Daha sonra İsviçre destekli sekiz “FST (Farmer Support Team/Çiftçi Destek Ekibi)” projemin oluşuna kapı açtı Alicante ve ertesi yıl Budapeşte’de yapılan IPM toplantıları. Buna ait yazımı blogumda okuyabilirsiniz (https://www.copcu.com/2016/02/01/yasam-bufesinde-alicante-horozu-2/). Alicante toplantısında “Seven Steps of IPM“i öğrendim. Meraklısına anlatırım.

Geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” sözlerinin sahibi olan Apple’ın CEO’su rahmetli (!) S.Jobs’tur. Bunu Stanford Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmada söylemiştir (20.11.2007). Bu konuşmasının adı “aç kal, budala kal“dır. Bay Jobs bununla ne demek istemiştir ? Bu konuşmanın linkini veriyorum. (https://www.dailymotion.com/video/x3j81k).

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Kategoriler
Uncategorized

Kırmızı Tulum

“…Astranot kılıklı adam mı ? O şimdi tarlaya gitti…”

Kırmızı Tulumla Tulumbayı Sırtlamak; Astranot Kılıklı Adam

Merhaba

Borzemliler adına, Borzemlilere selam olsun. Önceki yazımın linkini WhatsApp Grubumuzda paylaşınca Dr.P.Önder‘den redaksiyon kurulunda olmayı kabul ettiği mesajını aldım. Sevindim. Teşekkür ediyorum. Üyelerimizin anı ve öykülerini yakında alıp “Anılar ve Öyküler” sayfamızda yayımlayacağımızı da umut ediyorum. Bekliyorum.

Pandemi koşullarına alıştık. Görüşmeyi, dokunmayı, sarılmayı, öpüşmeyi özledik. Sanalla yaşamı rutinleştirdik. Benim gibi seksene yaklaşanlar bile teknolojiye dost oldular. Böylece sürekli öğrenmenin enerjisi ile dinçleştiğimizi hissettik ( veya öyle sandık). Ya da en azından avunmayı öğrendik. Bugün Çeşme’de sıcaklık sıfıra yaklaşırken İzmir’deki kaloriferli evi bırakıp iki senedir sürekli olarak kışlığa çevirmeye çalıştığım yazlıkta klima ve şömine ile ısınmayı yeğler olduk. Biraz sabır, yakında baharı yaşamadan yaz gelince sıcaktan yine “öff” dediğimiz günler gelecek. Yaşıyorsan bitmemiştir. Dünya dönüyor; biz ne dersek diyelim.

Öyle hızlı geçiyor ki zaman, “dur” demek kolay değil. Ocak bitecek, Şubat gelecek ve Borzemlilerin yuvası olan Bornova ZMAEnstitüsü’nün kuruluş yıldönümünü Allah nasip ederse yine yaşayacağız. Beraberliğimiz sanal mı yoksa fiziksel mi olacak, bunu korkularımız ve cesaretimiz belirleyecek. Bunu düşününce birkaç yıl önce Enstitüde yaptığım bir konuşmanın görüntüleri düştü zihnimden anılarımın ön sırasına. Konuşmamın çerçevesi “Tulum ve Tulumba” ve öyküsü de “Tulumbayı sırtlamak” idi. Bir kısmını yazımın ekinde video olarak paylaşacağım.

Özel sektöre geçtiğimin ikinci yılında (1986 Eylül/Ekim) İsviçre’de Les Barges Deneme ve Uygulama Çiftliğinde iki haftalık bir eğitime katıldım: Aplikasyon Teknikleri Eğitimi. Onaltı yıllık Enstitü iş yaşamımda öğrendiklerimi bütünleştiren ve teori ile pratiği tarlada buluşturan öğretilerdi. O eğitim sırasında verilen “Kırmızı Tulum” daha sonra üzerimden hiç çıkmadı. Otuz altı yıl geçmiş aradan; teknik danışmandım. Daha sonra, 24 yıl içinde satışın bölge müdürü, pazar geliştirme müdürü, ürün grup müdürü, pazarlama müdürü ve yetkinlik geliştirme müdürü sorumluluklarımda boynumda kravat olduğu günlerde bile “Kırmızı Tulum” sırtımdan hiç çıkmadı. Zaman zaman sırtımdaki “Kırmızı Tulum” a bir de tulumba eklendi.

Dört yıl önceydi (15.02.2018). Enstitümün kuruluş günü kutlamalarında konuşmacı olarak sahnedeydim. “Tulum ve Tulumba” çerçeveli konuşmamı yaparken “Bu dünya, GAT Dünyası” ana mesajımla yaşamdaki dengeye dikkat çekmeye çalışıyordum. Tarla denemelerim sırasında aracı Konyalı Mehmet’in kullandığını; ilaçlamayı Mehmet Kasap’ın yaptığını ve bana da ziraat mühendisliği görevi düştüğünü anlatıyordum. Özel sektöre geçince şoförlüğü, işçiliği ve mühendisliği tek kişi olarak kendim yaptığımı dillendiriyordum o konuşmamda. Bir sıkıntım vardı; dolu tulumbayı tek başıma sırtıma alamıyordum.

Dolu tulumbayı sırtıma almanın kolay yolunu Wolverhamptom Politeknik Üniversitesinden Dr.J.Lowe öğretmişti. Doksanlı yılların başlarıydı. Dr. Lowe, Tarım İlacı Firmalarının derneği olan TİSİT‘in organize ettiği bir eğitim için ülkemize gelmişti. TİSİT‘in başkanı rahmeli Hasan Bakırcı idi. Hasan bey yetmişli yıllarda Enstitümüzde Yabancı Ot Laboratuvar Şefi iken uzmanlık çalışması bitince istifa etmiş ve Ciba-Geigy‘e pazarlama müdürü olmuştu. Dr.Lowe’un yürüttüğü eğitim Bursa’da Ziraat Mektebi’nin eski binasında yapılmıştı. Beş gün sürmüştü. Dr.Lowe ilk üç günde “Eğiticinin Eğitimi” çerçevesi içinde “İyi Tarım Uygulamaları“nda “İlaçlı Savaşım Pratiklerini” uygulamalı olarak öğretmişti. Daha sonra bölgedeki tarım ilacı bayileri davet edilmiş ve son iki günde öğrendiklerimizi “Bayi Eğitimi” için öğretmeye çalışarak uygulamıştık. Dr.Lowe bu ikinci aşamada bize koçluk yapmıştı. Çok keyifliydi. Gala yemeğini Arap Şükrü‘de gerçekleştirmiştik. Eğitime özel sektörden 8 ve kamudan 8 olmak üzere toplam 16 kişi katılmıştık. Eğitim sonunda her birimiz şu kadar bayi eğiteceğimize söz vermiş; taahhüt etmiştik. Ben üzerimdeki “Kırmızı Tulum“la üzerime düşen görevi yapmaya çalıştım. Yaptığıma inanıyorum. Bu konudaki arşiv fotoğraflarımı mp4 e çevirip yazıma bir video olarak ekleyeceğim. Demem o ki; inanırsanız, inandırabilirsiniz. Diğer 15 kişi ne yaptı ? Bilmiyorum.

Videoya çevirdiğim slaytların ilkinde Menemen’deki bir bayi (o yıllarda adı Aziz Civan’dı. Şimdilerle sanırım kardeşi Cengiz’in oğlu babasının işini sürdürüyor) dükkanında 3 kişi var. Biri benim; diğeri Cengiz ve sol baştaki de meslektaşım rahmetli Ertuğrul. Ertuğrul en sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi. Dünyalar iyisiydi. Ondan da benim gibi firmacı olmazdı; ama oldu. Ben Enstitüden istifa edip Cibalı olduğumda o da kamudan istifa edip rakip firmanın bölge müdürü olmuştu. Birbirimize rakiptik ve daha da fazlasıyla gerçek dosttuk. O resmi okuyabiliyor musunuz ? Gözlerde parlayan ışık ki Nebati’nin gözlerindeki ışığın esamesi okunmaz. Yüzlerdeki gülümseme bir ömre değer. Peki ya sarılmak, dokunmak… Sevmek dokunmaktır. Pandemin en fazla yoksun bıraktığı ihtiyacımız. Ertuğrul fakültede benden bir yıl önceydi (ZM68EU). Mavişehir’de komşumdu. Bostanlı sahilinde her sabah sarı yağmurluğu ile yürüyüş arkadaşımızdı. Vefatından bir gün önce Balıklıova’da Garibin Yeri‘nde buluşma sözü vermiştik. Nasip olmadı. Genç yaşta vefat etti. Mekanı cennet olsun. Allah rahmet eylesin. Slaytlarımı bu fotoğrafla paylaşıp “Kırmızı Tulumla Tulumbayı Sırtlamak” slayt serimle bitiriyorum ve ana mesajım yine aynı “acta non verba / laf değil eylem”. Slaytlarımın önüne ve arkasına 2018 deki Enstitü konuşmamdan birer pasaj ekledim.

Astranot kılıklı adam mı; o şimdi tarlaya gitti”…Menemen’de bayi (AC) ziyareti yaptıktan sonra Seyrek köyüne gittim. Bayinin önem verdiği müşterisinin (M.Celep) pamuk tarlasını inceleyip zararlı kombinasyonuna göre ilaçlama programı verecektim. Önce Seyrek köyünde bir kahve toplantısı yaptım. Sonra tarlaya gittim. Seksenli yıllarda cep telefonum yok; köyde de bir tek köy bakkalında sabit hat telefon var. Bayi o telefondan beni aramış ve bakkalın verdiği yanıt “Astranot kılıklı adam mı; o şimdi tarlaya gitti” olmuş. Kırmızı Tulum kimilerince astranot gibi algılanıyordu ve bu beni mutsuz etmiyordu.

Sözün özü; tulumbayı tek başına sırtlamak için gerekli olan güç sizdedir. Bunun için, kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkındalığınızı geliştirin. Farkındalığınız gelişirse; daha fazla seçenek olduğunu görürsünüz. Farkındalığınız gelişirse daha fazla seçenek içinden daha doğru seçimler yaparsınız. Daha doğru seçimlerle daha iyi sonuçlar alırsınız. Siz yeter ki isteyin. Güç sizde…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

14.01.2022