“…Birileri arkanızdan konuşuyorsa, onlardan çok daha ileridesin demektir ( If someone talking behind of you, you are way ahead of them ; Anton Cehov)… “
Bornova ZMAEnstitüsü’nün yetiştirdiği firmacılar ve MC ile P.Fisk’ten kareler
Merhaba
Bu dördüncü yazım. İlk üçünde Konyalı Mehmet, Kırmızı Tulum ve Beyaz Kitap başlıklı yazılarımı yayımladım. Hepsinin ortak mesajı “bilmek yapabilmektir“odağında toplanıyordu. Firmacı olmadan firmacı gözüyle bakmadan firmacılığı anlamak, anlatmak çok anlamlı değil (bana göre). Bunun için enstitü yaşamımda ve hemen ardılında tanıdığım enstitümden çıkan firmacıları ve firmacı olma serüvenlerini bendeki izleri ve öyküleriyle düşündüm. Neler gördüm; neler yaşadım ? Hangi laboratuvarlarımızdan hangi firmacılar çıktı ve nerelere yerleştiler ? Bu soruları yanıtlamadan önce bir anımla “kamu vs Özel Sektör” kıyaslaması yapmak istiyorum.
Ayranlı Resepsiyon ve Rakılı Kokteyl / Elancolu rahmetli Yılmaz Sürmeli ve Dr.Y.Kâzım Oran
Yetmişli yıllardayız; İzmir’de yapılacak Balkan Ülkeleri Bitki Koruma Kongresi hazırlıkları içindeyiz. Bakanlık ve TÜBİTAK destekleri yanında özellikle ilaç firmalarından kimi zaman sponsor olarak, kimi zaman da borç arayarak çırpınıyorduk. Organizatör olduğumuz için enstitü adına bir kokteyl vermek istiyorduk. Bunun için parasal kaynağımız yoktu. Borç bile olsa kaynak bulmalıydık.
İki yerden borç aldık. Birisi enstitü kaynaklı, bölgenin en büyük ilaç bayisi olan Önak Tarım‘ın sahiplerinden rahmetli Fuat Akşit (mekanı cennet olsun) idi. Diğer ortağı olan Ali Öngören bey de Enstitü Sebze Zararlıları Laboratuvar Şefi Kadriye hanımın eşiydi. Onları kendimize yakın gördük. Önak’tan borç aldık (ve daha sonra ödedik). Diğer borç aldığımız kaynak ise bir ilaç firmasıydı: Elanco. Neden onca firma arasından ülkemiz bitki koruma pazarında potansiyel değeri oldukça az olan bu firmanın kapısını çalmıştık ?
Bu sorunun yanıtı, belki; firmada satışın ülke sorumlusu olan meslektaşımız rahmetli Yılmaz Sürmeli beyin eşinin Ankara’da genel müdürlüğümüzde çalışıyor olması ve asıl önemlisi ülkesel teknik temsilcisinin de Dr.Yüksel Kazım Oran‘ın olmasıydı. Yüksel bey kısa bir süre önce Diyarbakır Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘nden istifa edip firmacı olmuştu. Yakın arkadaşımızdı. Sanırım kongre hazırlıklarımız için beşbin lira aldık ve daha sonra geç kalmadan borcumuzu ödedik. Bu kongrenin hazırlıkları ve gerçekleşmesi aşamalarında birkaç küçük anım vardır kimi zaman gülümseten, çoklukla da düşündüren…Bunlardan kısaca söz edeceğim.
Birinci konu, kongreye katılanları usulden olan ağırlamanın gösterdiği farklılıktır. Kongrenin yapıldığı yıl iktidarda “Birinci MC Hükümeti” vardı. Buradaki “MC” kısaltması yanlış anlaşılmasın “Mustafa Copcu” değil; “Milliyetçi Cephe” demek. Rahmetli Ecevit ile rahmetli Erbakan‘ın kurduğu bu koalisyon hükümetinde Tarım Bakanı da Milli Selamet Partisi‘nden Fehim Adak‘tı. Bu oluşumun iki küçük etkisi oldu kongre karakteristiklerine. İlki Büyük Efes Oteli‘nde bakanlık adına verilen açılış kokteylinin “Ayranlı Resespsiyon” oluşudur. Gala gecesi olarak enstitüde borç alarak düzenlediğimiz kokteylde ise alkolün her türü vardı. Bizimkisi de iyi cesaretmiş; ya da otoritenin tavrı, henüz bizi alkoldan dolayı doğuya sürecek kadar korkutmuyormuş. Karşı komşumuz Çınar Pastanesinin sahibi dostumuz Yunus’un yakın ilişkisi ile hazırlanmış olan kanepelerin nefaseti dillere destan olmuştu. Meslektaş ilişkisi içinde “Sempatik İkmal” ile sağlanan biralar, gazlı içeçekler ve Fakültenin “Şarap Taşı” ile kristalize olmuş yıllanmış şarapları bedelsiz olduğu için işimizi kolaylaştırmıştı. Bu konuda yardımcı olan Gıda Teknolojisi Kürsüsündeki Prof.Dr.Nihat Aktan‘ın 12 Eylül sonrası “1402 lik Olması” yüreğimin bir kenarını hep acıtmıştır. Nihat beyle birlikte Prof.Dr.Tayyar Bora ve Prof.Dr.Veli Lök (EÜTF) de 1402 ile fakülteden uzaklaştırıldılar. Konu, konuyu açıyor ve yazım ana temasından uzaklaşıyor. Bu nedenle sadede geleyim. Elancolu sayın Sürmeli ve Sayın Oran’la bir diğer öyküm de Ankara’daki bir kongreye gidiş ve gelişimizdir. “Kamu / Firma İlişkisi”disipline olduğunda “Bütünleşik Güzellik” olarak bu yolculuğu daha sonra bir başka yazımda öykülendiririm.
İkinci farklılık kongreye verilecek olan çantalara isim yazılırken ortaya çıktı. Sert, yapışkan plastik şeride yazı yazan küçük bir el aletim vardı. Adını şimdi anımsayamadım. Çatıda belki bulabilirim. Bulursam yazımın ekindeki görsele eklerim. Bu aletle kongreye katılacaklara verilecek çantalara isim yazıp yapıştırıyorduk. Bakanlık adına, bakanlık temsilci ya da bakanlık davetlisi olarak katılacak olanların isimlerinin başına “Muhterem” yazarken diğerlerine “Sayın” yazıyorduk. Gerçekten de o yıllarda “Sayın” sözcüğü rahmetli Ecevit’e, “Muhterem” sözcüğü ise rahmetli Erbakan’a aitti.
Kongres sırasındaki bir anı ile bu konuyu kapatayım. İzmir Sanayi Odası salonunda yapılmaktadır kongre. Oturum başkanı Prof.Dr.Akif Kansu‘dur (https://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files/ozgecmis/AkifKansu.pdf). Sunum aracı olarak hala epidiyaskop, projeksiyon cihazı ve slayt makinası kullanılmaktadır. Henüz Tepegöz (overhead projector)e geçilmemiştir. Hoş geçildiği zamanlarda ve hatta dijital aygıtlar kullanıldığında bile “Keyif Veren Sunum” için öngörülen teknikler ve beceriler pek fazla gösterilmemekte(ydi). Kolaycılık her zaman baskın olmuştur. İşte bunlardan biri, bir sayfanın fotokopisi olduğu gibi perdeye aktarılınca, “Karınca Duası” gibi görseli gören Akif hocamız bildiri sunumunun sonunu beklemeden şöyle eleştirisini ortaya koymuştur: “Şimdi buradan çıkınca hepimiz göz doktoruna muayene olmaya gideceğiz”. Bu konuda birkaç eğitim almış olan ben bile 1997 yılında Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof.Dr.Merih Tangün hanımdan sunum becerileri eğitimi alıncaya kadar sunumda “Üçün Güzelliği”ni bilmiyordum (http://www.actorscompanyberlin.com/index.php/pages/akademik-kadro/116-prof-dr-merih-tangun)
Rahmetli Necdet Kavut
Anılarımın ilk örneğinde rahmetli Necdet Kavut var. Kavut kardeşler benim tanıdığım üç yakışıklı erkekti. En büyük abileri Fakültede çalışıyordu. Küçük kardeş Hasan Kavut ise enstitümüz Hububat Zararlıları Laboratuvarında uzun yıllar çalıştı ve oradan emekli oldu (eşi sevgili Muzaffer Kındıroğlu (Kavut) hem mahalle hem de sınıf arkadaşımdır (ZM68MK)). Necdet Kavut, enstitünün en yakışıklı delikanlısı idi. Yüzündeki gülümseme kadar duruşundaki zerafete hep hayran olmuşumdur. Yetmişli yılların başlarıydı, Amerika’dan yeni dönmüştü. Kendisi ile enstitüde ortak yaşamım bir yıldan az sürdü. Sanırım Pamuk Zararlıları Laboratuvarında rahmetli Mahmut Karman‘ın asistanı idi. İstifa edip firmacı oldu. Sanırım Sandoz firmasına transfer olmuştu. O gün için revaçta olan Renault marka bir firma aracı kullanıyordu. Pamukkale kavşağında trafik kazasına karıştı ve genç yaşta vefat etti. Bu ilk örnek benim firmacılığı “uğursuz” bir iş gibi algılamama neden oldu. Bu nedenle enstitü yaşamım boyunca firmacı olmayı hiç aklıma getirmedim. Ta ki 1 Mayıs 1985 İşçi Bayramı‘na kadar…O tarihte ben de aynı yolun yolcusu oldum hiç aklıma gelmezken…
Enstitü ve Firma İlişkileri / Formülatörlerin Yemeği
Bugün (benim için 2009 yılı bilgileri) firmacıların iki derneği var: Biri TİSİT diğeri ZİMİD. Daha önce sadece TİSİT vardı. Ne var ki dernek olarak üyelerini temsil ederken, haklarını savunurken, kuralları ve bakanlık ilişkilerini geliştirirken yerli (!) ve yabancı firmaların çıkarları aynı yönde gelişmiyordu. Bu nedenle iki ayrı dernek altında toplandılar. TİSİT‘ten önce yetmişli yıllarda ben enstitüdeyken ilaç firmaları derneğinin adı “Formülatörler” idi (veya biz öyle diyorduk). Her yıl hasretle (!) onların verdiği yemeği beklerdik.
Bir zamanlar biz “Bitki Korumacılar” hem araştırma hem de uygulamada 6968 sayılı yasanın belirlediği hak ve sorumluluklarla diğer tarım kuruluşlarından daha etkiliydik; daha doyumluyduk. Hâlâ da öyle misiniz ? Merak ediyorum. Köylerdeki “Zirai Mücadele Grup Şefliği“nden, illerdeki Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Müdürlüğü ile bölgelerdeki Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Bölge Başkanlığına kadar tabandan başlayan hiyerarşik zincirin kazanımlarıyla ayaklarımız yere daha sağlam basardı. Hâlâ ayaklarınız yere sağlam basıyor mu ? Araştırmalara konu olacak sorunlardan haberdar olmanın; araştırma sonuçlarını uygulamaya aktarmanın hızı her zaman yüksek olurdu. Bitki Koruma alanında “Araştırıcı / Yayımcı İşbirliği“miz yüksekti; etkindi ve innaçlı idi. Şimdilerde de öyle mi ? Daha sonra yapı ve sistem değişiklikleri bu beraberliği daha etkili mi kıldı yoksa tersi mi oldu ? Şimdi tekrar “Formülatörler Yemeği“ne dönelim.
Her yıl sonbaharda “Başkanlıklar Yıllık Programlarını” bir haftalık toplantı ile tartışırlardı. Buna enstitü uzmanları da katılırdı. O yıllarda kimi tarımsal savaşım uygulamaları “Devlet Mücadelesi“, kimileri “Devlet Yardım Mücadelesi” olarak yapılırdı. Çoğu da “Yönetimli Zirai Mücadele” olarak yapılırdı. Bu görüşmeler firmalar için de çok önemli olurdu. Böylece firmalar da yıllık bütçe ve programlarını yaparken bu görüşmelerden yararlanırlardı. Bu nedenle hepsini temsil eden “Formülatörler Yemeği” ile başkanlık, enstitü, il müdürlükleri teknik elemanlarıyla firmacılar bu yemekte bir araya gelirlerdi. Bu yemekler İzmir’de Kordon’da popüler bir restoranda olurdu. Kamuda çalışanların hasretini çektiği bu yemekler kamuda çalışanları hem firmacı olmaya özendirir hem de laf aramızda kıskandırırdı. Bu yemekler ait fotoğraflarımı yazımın ekidneki videoda paylaşacağım. Yazım çok uzadı. Enstitümün çıkardığı firmacıların devamını daha sonra yazarım.
Sözün özü; kendinizi sorgularsanız sahip olduğunuz değerlerin farkına varırsınız. Farkındalığınız gelişirse daha fazla seçenek olduğunu görürsünüz. Yeri ve zamanı gelince, bilgi, beceri ve tutumlar olgunlaşınca önünüze yeni bir kapı açılır. Benim de açıldı. Ani bir kararla iki gün içinde ben de firmacı oldum. Kamuda ya da özel sektörde olmanız fark etmiyor. İki taraf da örneğin “IPM” den söz ederken önemli olan teoriden pratiğe geçebiliyorsanız; “bilmek yapabilmektir” sözüne inanıp da olumlu bir sonuç yaratmaya katkı sağlıyorsanız yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Doç.Dr.Mustafa Copcu (www.copcu.com)
Blogumdaki yazımı öneririm: https://www.copcu.com/2010/01/27/yasam-bufesinde-gestalt-projesi/