Kategoriler
Uncategorized

Bereketli Laboratuvar

“…Kaderin insanlara bir lütfu da, namuslu işlerin aynı zamanda en faydalı işler olmasıdır ( dedit hoc providentia hominibus munus, ut honesta magis juvarent)…”

Enstitü Yıllarım (1970/85); Kutlamalardan Kareler ve Firmacı Konuklar; Hey Gidi günler hey !; Öyle bir geçer zaman ki, hasreti … !

Merhaba

Yazımın girişindeki mavili kısım Montaigne‘nin “Denemeler“inden bir alıntıdır ve umarım ki yazımın içinde neden bu alıntı sorusuna kendiliğinden bir yanıt oluşur.

Anıların dürtüsüyle yazıma bir ara “Cabbar Kızlar” başlığı atmak istedim. Sonra vazgeçtim. Ancak bu iki sözcükten söz etme isteğim, körelmedi. Sanırım daha bağımsız ve bağlantısız olarak kendi blogumda detaylarıyla yazacağım (www.copcu.com). Belleğimde “Cabbar Kızlar” diye bir arama yaptığımda ikisi sağ, ikisi rahmetli, hepsi meslektaşım dört hanım çıktı zihnimden klavyeye. İsimleri alfabetik sırayla Jale, Mine, Nurgül ve Suna. Üçü ZMAEnstitü kökenli. Nurgül hanımı tanır mısınız; bilmem. Belki Nafiz hocam hatırlar. Kendisi seksenli ve doksanlı yıllarda Ödemiş ve çevresinde at üstünde dört bir yana koşturan sözleşmeli korşinon (turşuluk hıyar) yetiştiren “Cabbar” bir ziraat mühendisiydi. Şimdilerde ABD’de. Ne günlerdi ama ! Kornişon konusu, tarımsal savaşım açısından benim de müdahil olduğum (katıldığım) apayrı bir öyküdür.

Biraz önce Dr.Pervin Önder‘le konuştum telefonda uzun uzun. Sohbetimiz Dr.Aydın Zümreoğlu‘nun Akdeniz Meyvesineği konusundaki yazısı ve yazının tetiklediği anıların keyfiyle renklendi. Daha sonra güncele döndü konuşmamız. Enstitü müdürümüz Dr.Tevfik Turanlı‘nın çağrısıyla genç meslektaşlarıyla yaptığı görüşmeden duyduğu haz ile Pervin hanımın bir özlemi ortaya çıktı: Çalışmakta olan genç meslektaşlarımızın yurt dışına da taşan başarılarının güncel öyküleri blogumuzda yer alsın. Belki bu isteği gerçekleştirmede bir parça katkım olur diye hemen Dr.Turanlı‘yı aradım. Önümüzdeki haftalarda geç kalmadan bir buluşma gerçekleştirmeye karar verdik.

Beklenti ve Umut

Yinelediğim iki sözcük var: Bekliyorum; umutluyum. Beklentim ve umudum hem Prof.Dr.Cezmi Öncüer ve Prof.Dr.Nafiz Delen gibi emekli olmuş, duayen, bitki korumacı hocalarımın anı ve öyküleri ve hem de çalışmakta olan genç meslektaşlarımın başarıları ve öyküleri. Tekrar ediyorum: Umutluyum ve bekliyorum.

Buğdaylı’daki Buğday Tarlasındaki Kazıklar

Çeyrek asır önceydi. Bandırma’nın Buğdaylı Köyünde bir kahvede çiftçilerle sohbet ediyordum. Bu sohbetin ana amacı, SSTC (Satış Becerilerini Geliştirme Eğitimi) sonrasında SSFWS (Satış Becerilerini İzleme Çalıştayı) idi. Yanımdaki “Sahra Gücü (Field Force: Satış+Teknik+Pazarlama)” elemanlarının eğitim sonrası uygulamalarını izlemek ve yeri geldiğinde uygulamalı olarak öğrenilenleri pekiştirmekti. Bunu iki temel beceri ile değerlendiriyordum : 1.Dinleme Becerisi 2.Soru Sorma Becerisi. Çiftçi sohbetlerinin konusu ise “Buğday Tarlalarında İlaçlı Yabancı Ot Savaşımı” idi. Yaşlı bir buğday yetiştiricisi aynen şöyle dedi: “Şu gördüğünüz tarlada Suna hanımın on yıl önce çaktığı kazıklar hâlâ durur”. Bunu öyle bir takdir ve inançla söyledi ki rakibimizin teknik uzmanı olan rahmetli Dr.Suna Keskin‘i o an kıskanmadım desem yalan olur. Kendisiyle İstanbul- Erenköy ZMAEnstitüsü‘nde çalışırken birkaç kez beraberliğim oldu. Tarlaya seksenli yıllarda çaktığı kazıklarının on yıl sonra bile “Başarı Öyküsü”nün kalıcılığına imrendim. Bu nasıl olmuştu ? Suna hanımı bir kez daha rahmetle anıyorum.

Adı İlaç Markası ile Ölümsüzleşti

WhatsApp grubumuzda pek fazla “firmacı” yok; ben, Doç.Dr.Enis Erkin ve Dr.Necdet Öngen dışında. Onlar da çok iyi hatırlayacaklardır. Sözünü ettiğim konuyu en iyi sevgili Ercan Heper bilir. Ancak Ercan bey nedense grubumuzda görünmüyor. Görebildiğim kadarıyla “Cabbar Kızlar” kavramı ile Suna hanıma ait bir diğer öyküyü kısaca yazayım. BYR firmasının buğdayda dar yapraklı yabancı otlara karşı bir herbisidi vardı ve pazarın lideriydi. Adı: PM SPR (sesli harfleri yazmadım). İlacın aktif maddesinin patent süresi dolmadan önce rakip yerli firma benzer kendi ilacıyla tarla denemeleri tamamlamış ve ruhsat alma aşamasına gelmişti. Buğdaylı Köyündeki kazıklar, ruhsat sonrası pazara girecek olan bu ilacın promosyonu (tutundurma çalışması)idi; geniş parsel uygulamasına aitti. Patent koruması kalkınca rakip yerli firma bakanlığa başvurup kendi ilacını ruhsatlandırdı. İlacın adı neydi biliyor musunuz ? > SUNA SÜPER. İlginç değil mi ? Firması ilacına Suna hanımın adını vermişti. Şimdi “Cabbar Kızlar“dan bir diğerini dolaylı olarak anlatacak olan “Bereketli Laboratuvar” konusuna döneyim.

Enstitü Kökenli Firmacılarımız

Enstitüde çalıştığım yaklaşık on altı yıl boyunca (1970/85) firmacı olmayı hiç düşünmemiştim. Ancak onlara hep imrenirdim. Yılda bir kere de olsa “Formülatörler Yemeği” diye yıllık başkanlık toplantısı sırasında verdikleri yemeklere baktıkça imrenirdim. Bir zamanlar devlet memuru olmanın açlığı olsa gerek bu imreniş; kimileri bunu dillendirmek istemese de… Bindikleri arabalara bakınca imrenirdim. Örneğin yetmişli yıllarda (hangi yıl anımsayamadım) Ankara’da yapılan Türkiye Fitopatoloji Kongresine sunumlarımızla katılmak isteyen biz (rahmetli Dr.Coşkun Saydam, Mustafa Öğüt ve ben) Dr.Yüksel Kazım Oran (Elanco Türkiye Teknik Müdürü)’ın Citroen’i ile; rahmetli Prof.Dr.İbrahim Karaca rahmetli Yılmaz Sürmeli (Elanco Türkiye Satış Müdürü) nin Volvo’su ile gitmiştik. Bu özel sefer-ki ben bu tür yardımlara “Sempatik İkmal” diyorum- olmasaydı ikinci sınıf şehirlerarası otobüsle seyahat edip tren harcırahı alacaktık. Yetmişli yıllardaki “harcırah” konusu da ayrı bir öyküdür. Her neyse ! Dediğim gibi on altı yıl içinde firmacı olmayı hiç düşünmedim ama her nasıl olduysa Nisan 1985 in son Çarşambasında odama giren sınıf arkadaşım Sevgili Alev Kutay, elindeki bond çanta ve araba anahtarıyla aklımı çeldi ve iki gün sonra istifa edip firmacı oldum. Sevgili Alev’e sağlık ve esenlik dileklerimle teşekkür ediyorum. Blogumda 10.01.2021 de “Son Dönemeç” başlıklı bir yazı yazdım (https://www.copcu.com/2021/01/10/yasam-bufesinde-son-donemec/). Bu yazımda “Üçüncü Dönemeç” olarak bu karar anımı dillendirdim.

Üçüncü dönemeç (01.05.1985 / Yaşam Büfesinde sırada ilerlemek / İknanın Logos’u : İknacı Alev Kutay)

Okul bitti; askerlik bitti ve enstitüde araştırıcı olarak on altı yılın sonlarına doğru bir şeyler yetmez oldu. Babam Bakkal Fahrettin ömrünün son günlerinde maaşlı devlet işçisi oldu ve oradan da emekli olarak güvenceli bir yaşamın standardı içinde günler mutlu mesut sürüyordu. Talebeyken evlenen çocuklar minnet duygusu ile devlet memuru olmanın olanaklarında bile kopmadılar ve yaklaşık on yıl ebeveynleriyle birlikte yaşadılar…” 

İşte bu anının tetiklemesiyle yetiştirdiği araştırıcıları firmacı ya da bir başka kariyer yolculuğu için ihraç eden en bereketli laboratuvarımız hangisidir ? sorusunu dolaylı olarak yanıtlamak ve bu yanıtla bir diğer “Cabbar Kızı” anlatmak için bu yazıyı yazıyorum. Enstitüde araştıcı olarak kalmak gibi, ayrılıp firmacı olmak ya da bir başka kanalda mesleğimizi sürdürmek de “Fayda Türetme” ya da “Faydalı Olma” adına bence benzer olduğu için “Kaderin insanlara lütfu…” ile başlayan Montaigne’nin Latince özdeyişini yazımın başına koydum.

Enstitüye başladığımda (1970) firmacı olarak ilk tanıdığım, sevgili Hasan Kavut‘un abisi rahmetli Necdet Kavut oldu. Sanırım rahmetli Mahmut Karman‘ın yanında Pamuk Zararlıları Laboratuvarında çalışıyordu. Onu tanıdığımda ABD’den yeni dönmüştü. Yakışıklı, sevimli, her zaman gülümseyen tam bir delikanlı idi. İstifa etti. Firmacı oldu. Sanırım bir yıl bile olmadan Denizli’de geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. Bir kez daha rahmetle anıyorum.

Bir diğer firmacı da rahmetli Hasan Bakırcı idi. Yabancı Ot Laboratuvarındaki uzmanlık çalışmasını tamamladıktan hemen sonra istifa edip Ciba-Geigy firmasına geçti (Bu isimde bir firma kalmadığı için adını açıkca yazdım). Kendisi ile aynı firmada on yıla yakın birlikte çalıştım. Onu da rahmetle anıyorum.

Çok geçmedi Biyolojik Mücadele Laboratuvarında çalışmakta olan sevgili Cevdet Atilla istifa etti ve DuPont firmasına geçti (Bu firma da global birleşmelerden sonra bu isimle sektörde bulunmuyor diye ismini açıkca yazdım; uyarı gelirse silerim). Uzun yıllar tek başına DuPont‘un Türkiye temsilcisi olarak tarımsal savaşımın özel sektör kanadında yer aldı. Şimdilerde kendi firmasıyla keyifli bir emeklilikle yola devam etmektedir. Sağlık ve esenlik dileklerimi sunuyorum ki onu da WhatsApp grubumuzda göremiyorum.

Ben ve yukarıda sözünü ettiğim arkadaşlarım emekliliklerini beklemeden enstitüden istifa edip firmacı olanlar. Bağ Zararlıları Laboratuvarından Sandoz firmasına (Bu firma da 1996 yılında Ciba-Geigy ile bileşip Novartis olduğu ve 2000 yılında da Novartis, ICI ile birleşip SYN… olduğu için isimlerini açıkca yazmayı sakıncalı görmüyorum) geçen rahmetli Fahri Cengiz‘in firmacı olması emekliliği ile birlikte midir; değil midir ? Emin değilim.

Firmacı olmak için Enstitüdeki uzmanlık alanı önemli midir ? diye bir soru olsa benim yanıtım “Evet, önemlidir” olsa da kendime bakınca bunun pek geçerli olmadığını görüyorum ? İstifa edip firmacı olduğumun haftasına, Manisa’da Pamukta Yabancı Ot Mücadelesi demonstrasyonunda konuyu üstlenmek ve tarla gününde anlatmak için elime mikrofon tutturulduğunda benim uzmanlık alanım “Hububat Hastalıkları” idi ve o güne dek ben hayatımda pamukta yabancı ot mücadelesi ile ilgili hiç bir deneyime sahip değildim. Bu ve benzeri durumları ben hep şöyle bir espri ile anlatırım.

“Tanımlanmış Sorumluluk Alanınız (TSA)” dışında iş yapar mısınız; yapmak zorunda mısınız; yaptırırlar mı ? Otorite bilmediğiniz yerden soru sorar mı ? Özel sektörde iseniz otorite beklemez; sizi denize atar, yüzme bilip bilmemeniz önemli değildir. Otorite tuttuğunu öper. Demek ki ben uzmanlığınız önemli desem de uygulama pek öyle değilmiş.

Bunu destekleyen bir görünüm de “Bereketli Laboratuvar” deyişimde yatıyor. Öyle bir laboratuvarımız vardı ki uzmanlık alanıyla çalışanların sonraki kariyer adımları bence uyumlu değildi. Bunun nedenini aramıyorum. Sadece dikkatimi çekiyor.

Sevgili Cevdet Atilla istifa edip firmacı olduğunda uzmanlık çalışmasını tamamlamış mıydı; bilmiyorum. Ayrıldı. Çok başarılı oldu. Ayrıca özel sektör günlerini çok keyifli geçirdi diye düşünüyorum. Çok geçmeden aynı laboratuvarda beraber çalıştığı Cengiz Sokman istifa etti. Firmacı oldu. Daha sonra sektör değiştirdi ve özel sektörde yoluna devam etti. Sağ mıdır; iyi midir ? Bilmiyorum. Samsun’dan aynı laboratuvara gelen, bir süre sonra, EÜZF-Entomolji Kürsüsüne geçen; kariyer basamaklarını hızla çıkan ve rektörlükle taçlanan akademik çalışmalarını emeklilikle sonlandırıp İnci’lenen Prof.Dr.CÖ de aynı laboratuvarda yetişmiştir. Öğrenme ve Ustalık yolculuğunu kendisinin öykülendirmesini bekliyorum ve umutluyum. Bu kadar mı ? Hayır.

Aynı laboratuvarda araştırmalarını başlatan genç EE de kısa bir süre sonra EÜZF-Entomoloji Kürsüsüne geçti. Doçent olmak üzereyken istifa edip Bitki Koruma Sektörünün en büyük firmalarından birinin Genel Müdürü oldu (HKTŞ). Daha sonra o da benim gibi özel sektörde üniversite dışından doçent oldu. Şimdilerde emeklilik günlerinin keyfini sürdüğünü umuyorum. Grubumuzda mesajlara zaman zaman yanıt verdiğini görüyorum. Sağlık ve esenlik dileklerimle nice yılları olsun. Ondan da blogumuza öyküler gelecek diye bekliyorum ve umutluyum.

Sözün özü; benim dönemimde (1970/85) görebildiğim kadarıyla öyle bereketli bir laboratuvarımız vardı ki, Cevdet ve Cengiz’le başlayan ihracatı, CÖ ve EE ile devam etti. Bu ayrılışlarda bizim sektörümüzde çok kullandığım iki sözcüğün, iki kuvvetin hangisi daha etkiliydi ?

Bereketli Laboratuvardan ayrılışlarda: Push (itme) mu ? Pull (çekme) mu ? Hangisi daha etkiliydi ? Düşünüyorum ve … Bakalım ilgililerden bir respons (geribildirim, tepki, eleştiri, katkı, vb) gelecek mi ?

Bekliyorum ve umutluyum…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı