Kategoriler
Uncategorized

Hoşgörü

...Almayacaksan alma, ne kızıyorsun müdür bey ? (Tuncel & Necati 70 lerin başları)…;Bahçedeki demir kapıyı da kapatsınlar, ceryan yapıyor müdür bey ! ( Tuncel & Mahmut, 70 lerin sonları)…; Siz En Kahraman Rıdvan’ı tanır mısınız müdür bey ? (Mustafa & Kâzım 80 lerin başları)…”

Okul bize ne öğretiyor ? > ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK

Merhaba

Nisan ayının son günlerindeyiz. Seçimin öncüllerini yaşıyoruz. Depremin ardılları içindeyiz. Depremin etkileriyle şekillenerek seçimlere uzanırken rutinlerimdeki zihnim, “Kozmosla Kaos” arasında bocalıyor. “Devam mı, tamam mı?” kararının her iki sonucunda da “Kaos Eşiğinde” yaşamayı sürdüreceğiz; en azından bir süre… Birisinin öyküsü var ve “Yola Devam” diyor; diğerinin öyküsü yok ve “Sana Söz” diyor. Silkiniyorum ve avunmak için yine enstitü anılarıma dönmek istiyorum. Ve umut ediyorum ki, Temmuz ayında derneğimizin olağan genel kuruluna kadar benden başka bir arkadaşım da blogumuzda yazı yazar ve web sayfamızın varlığını sürdürmesine bir gereklilik ya da en azından bir fayda ortaya çıkar. Yoksa iki yıldır domain (alan adı) ve hosting (barındırma) bedellerinin Netgillerin finansal sponsorluğunda sürdürülmesinin bir anlamı kalmaz. Kişisel olarak ben yazılarımı kendi blogumda (www.copcu.com) ve Netgillerin blogunda sürdürüyorum; bu nedenle üçüncü bir kanalın varlığının esbab-ı mucibesi olmaz benim için. Bilmem beklentimi açıklayabildim mi ? Cezmi hocam, Nafiz hocam, Bilge hanım iyi misiniz ? Biraz Sandom, biraz kornişon ne öyküler çıkar sizden. Her işin başı niyet ve biraz gayret…

Bu yazımda rahmetli üç müdürümle yaşadığım, tanık olduğum kısa öykülerle bir mesaj vermeye çalışacağım. Bundan önce 14 Mayısın öneminin tetiklediği bir anımdan söz edeceğim.

Enstitü yıllarımdan sonra, 24 yılımı geçirdiğim CINOS (Ciba > Novartis > Syngenta) un üçüncü evresinin oluşum sürecinde yıllık toplantımızı Hollanda’da yapmıştık. Toplantının moderatörü “SPIN Selling” kitabının yazarı Neil Rackham idi. Neil bey, Einstein kılıklı Borneolu biriydi. Kitabının sonlarında kendi yaşamından şöyle bir kesit veriyor:

“…Yaşadığım (öğrendiğim) şeylerin başarıya belirgin ölçüde katkı yapacağına tam olarak inanmam için daha hâla yapmam gerekenler var. Sonu gelmeyen bir süreçtir bu. Büyüdüğüm yerde hiç yol yoktu ve her yere nehir yoluyla ulaşırdık. Herhangi bir yolculuğun herhangi bir anında kayıkçıya ne kadar yol kaldığını sorduğumuzda hep aynı cevabı alırdık: “Satu tanjung lagi“; yani “Bir dönemeç kaldı“. Yaşamdaki anları, dönemeçleri tüm kanıtlar toplandı diye değerlendirmeye kalktığımızda, “Haydi Abbas, vakit tamam” dediğinizde bir dönemeç daha olduğunu görürsünüz. Muhtemelen o son dönemeci asla geçemeyeceğiz; ya da geçtiğimizin asla farkına varmayacağız. Fakat umarım…”

Kendi yaşamımdaki ilk üç dönemeçle bugün beklemekte olduğum “son dönemeç” için düşüncelerimi blogumda iki yıl önce yazmıştım. Yaşamımdaki “İkinci Dönemeç” Eylül 1970 de rahmetli Mustafa Akuğur beyin kendiliğinden gelişen desteği ile enstitülü oluşumdu. Yazımın linkini veriyorum: https://www.copcu.com/2021/01/10/yasam-bufesinde-son-donemec/

Yere saçılan kumaşlar (Tuncel ve Necati)

Yetmişli yılların başlarındayız. Maaşlar yetmiyor. Becerisi ve ilişkisi olanlar ek işlerle üç beş kuruş kazanmaya çalışıyor. Bunlardan biri de foto atölyesinde çalışan Tuncel. Doğudan kaçak kumaşlar getirmiş. Çay saatinde uzun toplantı masasının üstüne yığmış. Arkadaşlar başına toplanmışlar. Tam bir “Bostanlı Çarşamba Pazarı” görüntüsü. Hepimizle birlikte çay içmek için salona giren müdürümüz rahmetli Necati bey manzarayı görünce kızgınlık ve sinirle kumaşları yere atıyor. O esnada çaydanlığı (!) da deviriyor (ve sanırım eli yanıyor). Neler söylediğini anımsamıyorum. Çünkü bu yazımda öykülendirdiğim üç rahmetli müdürümün ortak özelliği kekeme oluşlarıdır. Tuncel gayet sakin ve aynen şöyle diyor “Almayacaksan alma, ne kızıyon müdür bey ?“. Herkes gülüşüyor. Devamında ne bir ceza ne de ayrıca bir tepki yok Necati beyden. O dönemde çalışanlar ve yönetenler arasındaki yaş farkı ve hatta nesil farkı fazlaydı ve şimdi daha yakın yaşlarda olmamıza rağmen aynı hoşgörüyü gösterebilir miyiz ?

Kalorifer ve Yasin (Tuncel ve Mahmut)

Rahmetli Necati beyden sonra Pamuk Zararlıları Laboratuvar Şefi olan Mahmut Karman müdürümüz oldu. O kadar sosyal, arkadaşlarla o kadar samimi idiydi ki yönetici rolünde bile her zaman “Mahmut Abi” olarak kaldı. Bağ Hastalıkları Lab. Şefi sevgili Aykut (Kapkın) ile birlikte tanık ve taraf olduğumuz bir “Petri Yıkama Öykümüz” var ki ayrı bir yazıya konu olur. Rahmetli Mahmut bey ve eşi Meliha hanım nesillerinin birer lideri, öğretmeni ve idolleriydi çoğumuz için. Mekanları cennet olsun. Her neyse; ben yazmak istediğim küçük bir anıyla bir başka “Hoşgörü” örneğini kayda geçireyim.

Soğuk bir kış günüydü. Müdür Mahmut Abi hepimizi toplantı salonuna çağırdı. Konu kaloriferlerdi. Kömürle ısınırdık. Petekler dökme ve vanaları sıkıntılıydı. Odalarımız çok ısınırsa pencereleri açardık. Bu durum da haklı olarak israftı ve yönetici önlem almak istiyordu. Neden vanalarını kapatmazdık ? Kapatınca bir daha açamazdık ya da hava yapar ısıtmazdı. Bu durumda mutlaka emekçi Yasin (Atatoprak) gelip müdahale ederdi. Bunun yerine pencereleri açmak daha kolaydı. Toplantıda vanaları kapatmamızı ısrarla isteyen Mahmut bey zar zor sözlerini tamamlayınca Tuncel elini kaldırıp söz istedi ve şu an güvenlik kulübesi yanındaki emniyet bariyeri olarak duran engel yerinde olan parmaklıklı demir bahçe kapısını işaret ederek: “Müdür bey o demir kapıyı da kapatsınlar ceryan yapıyor” dedi. Hepimiz güldük. Mahmut bey konuşabilmek için sağ ayağıyla gaz pedalına ne kadar uzun süre bastı bilmiyorum ama ne yanıtını hatırlıyorum ne de herhangi bir ceza uygulamasını. Şimdilerde en azından “dalga mı geçiyorsun ?” ya da “sen kiminle dalga geçiyorsun ?” demeden “Hoşgörü” gösterebilir misiniz ?

Doğu Beyazıt Saatleri (Mustafa & Kâzım)

Şimdilerde hâlâ var mıdır ? bilmem. Benim zamanımda Yardımlaşma, Tüketim, Ento ve Fito Sandıkları diye arkadaşların birbirlerine destek oldukları ve desteklerin kuralları olan gönüllü iç kuruluşlarımız vardı. Uzun süre Tüketim Sandığını (Kantin) yönettim Erol (Birgüncan) ve Mustafa (Öğüt) ile birlikte. Şeker, pirinç, peynir, tuvalet kağıdı gibi temel tüketim maddelerini toptan alır ve üyelerimize dğıtırdık. Günlerden bir gün sevgili Tarık’ın odasında bir grup arkadaşın yabancı bir adamın açtığı çantanın önünde toplandığını gördüm. Sanırım bize yakın bir başka kamu kuruluşunda çalışan biriydi ve Doğu Beyazıt’tan kol saatleri getirmiş, arkadaşlarım da almaya çalışıyorlardı. Hepsi markaydı. Normal koşullarda hiçbirimiz satın alamazdık. “Çakma” nedir bilmiyorduk. Yıllar sonra (Ocak 1993) Singapur-HongKong seyahatinde aynı “Çakma” saatleri on dolardan alacaktım. Adamı kenara çektim ve çantasındaki tüm saatleri arkadaşlarımın kantin kanalıyla daha ucuza almalarını sağladım. Bunu duyan rahmetli müdürüm Kâzım bey beni odasına çağırdı. Uyardı. Bu işin kaçakçılık olduğunu bana anlattı. Müdüre bu durumu iletip de şikayetçi olan müdür muavinleriydi. İkisi de kalp krizinden genç yaşta vefat eden Teknik ve İdari Müdür Muavinlerinin ikisi de aynı kaçak saatlerden aldıktan sonra beni, durumu müdüre şikayet olarak iletmişlerdi. Uyarıları sabırla dinledikten sonra Kâzım beye bir soru sordum “Siz, “En Kahraman Rıdvan’ı bilir misiniz müdür bey ?”. Kendimi Gırgır Dergisi’nin karakteristik çizgi kahramanı (!) olan Rıdvan’a benzetmiştim. Kâzım beyin de sadece “uyarı” düzeyinde kalan tepkisi de az çok “hoşgörü” içeriyordu.

Amacım üç anı ile yetmişli ve seksenli yıllardaki enstitü yöneticilerinin “hoşgörü“lerini öykülendirmekti. Sizlerin de kimbilir nice “hoşgörü” öyküleriniz vardır. Paylaşır mısınız ?

Sağlık ve esenlik içinde, 14 Mayıstan sonra açık ve aydınlık günlerde gülen yüzlerle, umut dolu gözlerle görüşmek umuduyla selamlar.

Doç.Dr.Mustafa Copcu

Dernek Başkanı

www.copcu.com

26.04.2023